Kahramanmaraş’ta ikamet etmekte olan, Türk şiirinin beyaz kartalı, hemşerimiz Bahattin Karakoç, 25 Ağustos’ta yaptığımız piknik sonrası, bizlerle vedalaşırken “Çocuklar, buraya bir daha geleceğim! ..” demişti. Biz de bu sözünü bir müjde olarak algılamış ve o günü, kulağımız seste, iple çeker ol-muştuk.
25 Ekim’de (Perşembe) başlayan Kurban bayramında, bayramlaşmak üzere telefon açmıştık. Hal hatırdan sonra, Bahattin ağabey, Haşim Kalender’in Hurman çayının üstünde bulunan, oda büyüklüğünde ve yerden iki metre yüksekliğindeki oturma yeri-ni/haymasını kast ederek, “Bu pazartesi geliyorum o leylek yuvasına… Kış bastırmadan, o havayı bir daha ciğerlerime çekmem lazım…” dediler. Beklediğimiz muştuyu almıştık; ama bu arada, hava nasıl olacak, ya soğuk olur da misafirimizi üşütürsek diye de kaygılanmadık desek yalan olur.
***
Sekizi yirmi geçe Maraş’tan çıktıklarını Yasin Mortaş’la yaptığımız telefon görüşmesinden öğren-dik. Çalıştığımız gece vardiyasından Haşim Kalender’le birlikte çıkmıştık. Yaptığımız istişare sonucu, ben doğruca, Tanır’da Marabuz istikametine beş km daha giderek varılan sakaya giderken, Haşim de, Afşin üstünden dolanarak piknik için gerekli malze-meyi alacak; sonra misafirlerin gelmelerini bekleye-cektik.
Öyle de oldu. Ben erken vardığım sakada ön hazırlıkları yaparken Haşim, iki oğlu Hacı ile Ömer de beraberinde olduğu halde geldi. Ora-bura derken, kulağımıza çalınan sesler misafirlerin geldiklerini işaret ediyordu. Haşim aceleyle kalktı ve “Bahattin abiyi, bir Hurman gezisi yaptırıp öyle getireyim” diyerek yanımızdan ayrıldı. Haşim’in, henüz gelmiş konukları, çevreyi dolaştırmak amacıyla bizden uzaklaştırdığı, arabanın giderek zayıflayan sesinden anlaşılıyordu.
Misafirlerden, bulunduğum yere gelen Tanırlı Bünyamin Bozkurt, kahvaltı yapmadan yola çıktıklarından, hazırlayacağım kahvaltıya yardım etmek için geride kaldığını söyleyerek işe koyuldu; bir taraftan da hoş-beş ediyorduk.
Dört mevsim kar olur ulu başınız
Seven her zorluğu aşar mı dağlar
Nasıl geçer baharınız kışınız
Her dertli derdini deşer mi dağlar
Dede Korkut Oğuz boyu soyladı
Mızrapla başlarken sazda hareket
Dağda ferman kokar türkülerimiz
Destede raks eder rahmet bereket
Hasat harman kokar türkülerimiz
Esvaplar bavulda basılı kalır
Tutuşan gönül evim teslim oldu aleve
Suzanın marifeti pervaneden kül kaldı
Bin bir emek vererek büyüttüm seve seve
Bülbülü avcı vurdu boynu bükük gül kaldı
Emekler sele gitti gözlere bulut indi
Sevip sevilirsen suçlu değilsin
Kıymetin bilmeyen kul mahcup olsun
Beli kamburlaşsın boynu bükülsün
Bülbülü ağlatan gül mahcup olsun
Yola baktım nice yolcu yürüyor
Tahlil-i hal
-Âdem Konan'a ithaf-
Aşk deyince iç geçirip âh eden
Hayali yıkmıştır kurmadan önce
Erken çöker yükü fazla her beden
Tecrübeyle sabit yormadan önce
-Oğlum Hakan’a ithaf-
A anahtar B bakınca bilirdi
C candandı Ç de çulsuz, Hakan’ım.
D dağılmış börek gibi gelirdi
E ezelden esir, elsiz, Hakan’ım.
Seher yeli ile gelse kokusu
Gönül hanesini yakmış sayılır
Selam salsa, kalmaz hasret korkusu
Süzüp gözlerini bakmış sayılır
Sabır çatlar ortasından bölünür
Gönül köşküm yağmaladı nazlı yâr
Yakılmış yıkılmış örene döndüm
Gezdim gözlerimde yaş diyâr diyâr
Yürek pare pare görene döndüm.
Beklerim dağların sisi kalkacak
Arzular görürsün düşte
Ballanır uykun ballanır
Bırakma kendini düş de
Dillenir uykun dillenir
El değdi etek değmedi
Teşekkürler
Gönüle has gönülden sözler begeniyle okudum üstad tebrikler gönül dolusu selamlar
Gönüle has gönülden sözler begeniyle okudum üstad tebrikler gönül dolusu selamlar