1/
Güzel insanlar biriktirin!
Sonra çalı çırpı, biraz güneş, durgun bir göl ne bileyim belki sağlığın(d)a bir kadeh, iki kadeh... Kadehler! Mesela şiirler okuyun Nazım'dan devrimci türküler eşliğinde... Gün bitsin el versin geceye yaşadı(k) diyebilmek için…
2/
Ne güzel şey sevilmek...
11/
Biliyorsun değil mi böyle sonsuza kadar susmuş bir halde oturabilirim ya da haykırabilirim! Ben var ya ben… Hani ben olmasam diyor ya; elleri boş dönüyorlar geceden, kaçıncı tövbenin ertesinde kaç yemin üstüne. İlle de aktör olmak gerekmiyor ya figüran veya seyirci de lazım bu memlekete.
12/
Sabah olmuş… Yalıyor işte güneş tenimizi. Gölgemizle ip atlamaca oynuyoruz bir ayağı topallayan hayaller düşüyor gölgelere, yandın sesleriyle... Çıkmıyorum mızıkçılık omuzlarıma siniyor...
Yanımdakinin açlığı dumanıma bulaşıyor, kazara günah sahibi oluyorum!
Yaptığın işi sevmek
Nemalanmak acıdan
Durmak uçurumun kıyısında bir vakit
Düşmemek için sarılmak ölümlere
Gariplikler ülkesi Türkiye!
Yalanın palazlandığı
Öfkenin kudurduğu
Haklının aciz, haksızın kral yapıldığı ülke…
Cami önü dilencileri ile din gereklilikleri
Aldığımız yol ne kısa...
Vardığımız yer neresi
Bugün sen kimsin, ben dün neydim
Şimdi hangi aralıktayım, nereye sığınırım
Sen kaç acı gömdün geceye
kaç zaman sakladın hislerini?
Kapanmayan yaralarım var
duvar çatlaklarına sakladığım sırlarım da.
Cinayet haberi servis edilmiş gazetenin
kenarına iliştirilen bir not kadar önemsiz...
Ne acı
Taşıma ruhsatında istenen belge diyor ya;
can güvenliği tehdidi varsa bununla ilgili belgenin getirilmesine…
Adam resmen ihbar ediyor kendini
Veriyor Devlet legalleştiriyor
silahın hükmünü…
Şimdi durmuş bir zamanı çalıyorum
Duvarları alıyorum üstüme
Avucumda saklı bir kırmızı
Ne kadar renk varsa siyaha boyuyorum
İçimde(ki) bir hain/e
Kirpiklerine asılı(p) bir düşsem
Geceyi donatan bir yalnızlığa kalem çalıyorsa nefsim
Her gece duvar olup susuyorsam eğer
Bil ki ihtiyar bir yenilgiyimdir sadece.
Ömrümün hangi yoluna düşmüşsem
I.
Piramidin şaşalı gölgesinde oturmuş Babil'in asmalarından gelme üzümleri yiyordu bilmem kaçıncı Firavun.
Henüz Musa kılıcını yeni bırakmış Nuh havada kara bulutlar görmemişti.
Bir köle tadına bakma gafletine düşmeseydi eğer "Tanrı'nın kapısı"(Akadca / Babil) açılıp, yıkılmayacaktı.
II.
Ben bir öykü yazmak istediğimde boş vermeden yürürüm. Yürüdükçe öyküleşir hayat, bazen durduğumda da öykü bulur beni...