Nicedir aynı rüyayı görüyorum.
Bir kitap kapağında kocaman adım yazıyor.
Çizgiler benli fotoğraflar yansıması.
Nefesim sıkmış bir boyun bağında.
İniltili, hırıltılı.
Kaçımız kaldırabildik ki düşlerimizi yerden?
Tutmak fiili öleli kaç düş kırığı saplı ellerimizde,
belki de bu yüzden bir başkasının tutamıyoruz düş(le)melerini...
Ölmek kolaydı nasılsa!
Ölmek ve katlanmak arasındaki sınırın perdesi çoktan kalkmıştı.
Puslu bir sabaha uyanır şehir
O kadınlar çoktan gitmiştir artık
Arkalarında uzun bir yalnızlık izi
Ellerinde barut ve yapışkan bir sıvı...
Ağlama, gözyaşın düşer
kırık aynalardan
Komodinin yüzü asılır
Bir askıya asarlar acılarımı
Bir askıdan alırlar
Konuşmak ne ki susmanın yanında?
Sana sakalımın saklı olmayan beyazını anlatsam!
En iyisi susmak şimdi saklanmış çizgilerimle
Yarım kalır cümle çünkü, eksik bir ömür gibi erkeninden!
Kaçamıyor işte insan kendinden
Ve nedense bir türlü kendine…
Yollara vurduğum kendim
Her kasabada bir ben buluyorum
Eksik bir anlatıdan
Ayvalık'tan şimdi hüzünlü bir yaz düşer günceme
Unutulmuş bir saklı zamandır an
Dişleri kirlenmiştir çiğdem yiyen çocukların
Gülüşlerini satarlar bedavaya.
Başaklar kızıla çalar güneşin narında
Şimdi binsem şu salıncağa
unutsam ne kadar birikmiş
kanamam varsa.
Bir uzansam bulut,
bir insem gözyaşı
Pattes közleyelim mi?
Mısır da olur. Hem eski günlerden konuşuruz...
Tahta kılıçlardan sapana merak sarıp vurduğumuz kuşların hala geçmeyen vicdanından.
Çıtalıdan, bilyalıdan
Kartopu savaşından mahalleliye topladığımız incirlerden...
Asıyorlar!
Şıkır şıkır lambaları yanıyor
İçimde dokunsal bir sızı.
Asıyorlar et pazarında insanları
Ben bir öykü yazmak istediğimde boş vermeden yürürüm. Yürüdükçe öyküleşir hayat, bazen durduğumda da öykü bulur beni...