Bize dokunuyor çocukların küçük elleri, sobeleyip kaçıyorlar.
Koşmaya mecalimiz yok belki de isteğimiz.
Oyun saati durmuş kimseler kurmuyor!
Bir ekmeği ikiye bölüp arasına yoksulluk dolduruyorum
Katık ediyorum yutkunarak geçtiğim lokantaları
Üşüyorum beni ısıt demedim ki,
bir kibrit yeterdi oysa orman olurken
sen başkalarına...
Sen hep başkalarına yağmur oldun
Olsun,
Bu şehrin acıları vardı
Kaldırım taşlarında
kahkahalara boğulan
çocuk dizlerinin öptüğü.
Bir cep saati, bir tesbih,
bir de pipo durur
kenar kıyı bir gizde, kutu içinde.
Sevdiğimiz birinindir ardında kalanı.
Kutu oradadır
Yürüyen insan suretleri,
idam tahtasına çaputlar bağlıyor
Çivisi çıkıyor dünyanın
İpin ucunda ölümün tadı
Ölüm eğreti durmakta
Tırpan bilemede fırsat düşkünleri!
Cinayeti gece sevdim.
Zaman dardı.
Yalnızca bir milyon kere öldürebildim kendimi.
Kimse duymadı ezan okunurken!
Darağacı kuruyorlar yine aklımın çatılarına
Beyaza boyardı doğa kendini, aldanırken çiçek bozuğu gülüşlerim...
Neden "kanar" ki çiçek, kire bulaşmamışken beyaz teniyle?
Nasıl bilmez bahar sanrısı güne aldanmanın ölümüne bedenini
son kez beyaza boyadığını, kışa mağlup esaretinde...
Cinayet silahını gördü
mutfak tezgahında çocuk
Özene bezene hazırlanıp
temizlenmiş hali,
bir evvelki seneyi hatırlattı.
Bir değirmenci gelir aklıma un döven
Tarlada çapayla kasketli amcam
Kaporta altında bir çocuk
İnşaat tepesinde usta
Takada balıkçım
Susmak istiyorum avazım çıktığı kadar
Susamıyorum!
İçimde devasa hezimetler taşıyorum
Dünyam yıkılıyor
Duvarlarım, kalelerim, binalarım, umutlarım
Yorgun...
Ben bir öykü yazmak istediğimde boş vermeden yürürüm. Yürüdükçe öyküleşir hayat, bazen durduğumda da öykü bulur beni...