Bazen nezaketsiz gibidir hayat
çocuk gülümsemeleri ile şımartılır.
Şimdi gülümse çalınmadan oyuncakların.
Aranır ya çocukluğu insanın?
Bir gölgedir sığ suların derinliğinde.
Bir ikiden çoktu oysa!
Çoğulcu yalnızlığın
tekil çokluğuna burun kıvırması gibi.
Bi dünya insanı
mutlu etmek dünyaya gelirken
Hikayenin herhangi bir yerinde
daha henüz yazılmamış
bir satırda durdu adam
ve yüksek sesle tekrarladı:
Bu düşten uyandır beni Tanrım…
Ne kadar yenliktir
eller üstünde taşınırken insanoğlu
oysa ne ağırdır bir an öncesi.
Ve yalnız ölünür
ha yüzlerce bin ha birlerce on
“Ve bulmak bir delilik, delirmemek için…”
Delilik neydi? Kendi kendine konuşmak! Hezeyanlar! Halüsinasyonlar! Çılgınlık! Bağırma! Saldırganlık! Sahi delilik neydi?
Yoksa bir belediye bankını bir kadına benzetmek ve konuşmak… Konuşmak… Konuşmak mıydı? Mesela kendinden kendine *kerçli kerçli konuşmak! Ve duymak kendini, kendinden…
Deliler kıskanır mı hiç?
Hani okurken kaburganızda
beton etkisini boyuna hisseder mi insan?
Şımarır mı sırtı tek değilim diye?
Sevinir mi çocukça?
Bir çay koy kendine
Belki bir şiir yazarsın
Bir kadın düşer aklına
Bir kedi geçer
Dem kıvamında
Bir yalnızlık oturur masana.
Meydanlara güvercinler çıkmış önceleri bir gayret.
Her taraf bembeyaz, sürü sürü taklacılar, paçalılar, dönekler *dunekler
Yok arkadaş!
Ardına atlar başlamış koşmaya yılkı atları gümüş renkli, alaca höyük, yavruağzı, gelin alayı, kısrak başı…
(Bir kadını görmeye başladığında o çoktan gitmiştir!)
Ve kadınlar geçerdi uzaklardan içleri veremli yüzleri yaralı.
Erkekler kılardı öldürdükleri kadınların namazını gurur duyarak...
Nasıl bilirdin(iz)e bin yalan katarak iyi bilirimle harmanlı sahte gözyaşlarıyla.
Cesaret denilen şey bence uzak durmak
kimi cesur adamların kahramanlıklarından.
Bekleyenin varsa bir de
oynamak bu hayatta korkağı
en cesurdan bile cesurca...
Ben bir öykü yazmak istediğimde boş vermeden yürürüm. Yürüdükçe öyküleşir hayat, bazen durduğumda da öykü bulur beni...