Kılı kırk yardı sözleri buradan Bağdat'a…
Demir ocak taş dövdü vur ha vur…
Vur ha vur.
Anlattılar: “duyduk gördük vallahi de billahi"
Terini sildi ateşe; ateş demirden gömlek…
Şiir ne çok yazdırır kendini gecede
Ve sabaha yığınlar dolusu
şair doğurur şiirden
Tut(a)maz yaşam onları
Ölür şairler kimi
Zaten ölüdür kimi şairler.
Çürümüşlük ve kokuşmuşluk,
almış başını giderken
ya sözler de olmasaydı?
Boğulurken insan yığınlarından,
etim acıyor…
Oyunlar oynardık çocukken ve birer şakaydı arkadaşlarımıza tuttuğumuz tabancalar
Oyuncaktılar
Kimisi su atardı kimisi mantar
Ve bilemedik yıllar sonra adam vurmaya alışacağımızı
Oysa bugün...
Haberler geçiyor sıra sıra
Ölümde var, aşkta
günün güncesinde.
Hayat günlük güncenin
hızlı akan paradoksları gibi...
Hani paşalar bakmışlardı ya tren geçerken
“Du bakalim nooolceek” diye sonra da terör ve anarşi alıp başını göğe ermişti ya
Ardına da “bir gece ansızın gelebilirim” şarkısıyla
Darbenin ayak seslerini duymuştuk
Bazen zıtlıklar garip ironiler oluşturur.
Telaşe memurları gibi evraka diye
çığlık atar anlamsızca…
Politik bir bakışın saf haline kanıp
yazılanı çocuk saflığıyla algılayamamak
Kimdi bizi lanetleyip, bombalarını yağdıran?
Kimdi bizi unutup varlığımızı hiçe pazarlayan?
Ölümü hiç bilmedik ve anlamadık ki!
Ölümün kimi ne zaman nerede nasıl bulacağı belli olmuyor. Kanamalı bir hastayı hastaneye yetiştirirken kaza yapan ambulansta veya muhteşem bir düğün dönüşü gelin arabasını biçen kamyonun altında.
Kırık bir dize karışır
anason kokusuna
Serpilir uyak
taratorun üstüne
Hecesi düşer
şiirin...
Ben bir öykü yazmak istediğimde boş vermeden yürürüm. Yürüdükçe öyküleşir hayat, bazen durduğumda da öykü bulur beni...