Geçti ömrüm çilelerle,
İlk defadır mutluyum ben.
Yenilmiştim hilelerle,
İlk defadır mutluyum ben.
Ne tutuşup yanıyorum,
Abartmadan İlk Kurtuluş
Bahçede, bembeyaz çiçekler açmış olan meyve ağaçlarının bayramı vardı. Körpe kuşlar ağaçtan ağaca, daldan dala atlayarak cıvıldaşıyor, rengarenk kelebekler çiçekten çiçeğe uçuşuyor, altın renkli arılar güneşi kanatlarında taşıyarak vızıldaşıyorlardı.
Ev tek katlı, tek pencereli, sarı duvarlı ve kırmızı kiremit çatılı olup duvarsız ve çitsiz bir bahçenin ortasına oturmuş, dörtbir yanından da çiçekli dallarla çevrilmişti. Meyve ağaçlarının baharla öpüşen beyaz çiçeklerle süslü dalları evin sarı yanaklarını okşamaktaydı. Tek kanatlı kırmızı kapı olanca cömertliğiyle bahara açılmıştı. Kapının önünde beyaz çakıllarla döşenmiş geniş bir taraça yeralmaktaydı. Önündeki havuzun kemerli taşlarına serçeler konup konup kalkıyorlardı. Havuzun ötesindeki toprak yol, çiçeklerle bezenmiş bahçe duvarlarının aralarından geçip anayola doğru uzaklaşıyordu. Evin önündeki meyve ağaçlarından birinin altında tütün saran bir adam vardı. Üstü ıspanak demetleriyle dolu olan dört tekerlekli işporta arabasını, kolayca görebileceği bir yana bırakmış, arka tekerleklerinin önlerine irice taşlar koymuş, kendisi de bir gölgelikte çömelmişti. Tütününü sararken arada bir başını yukarı doğru kaldırıp “Ispanağım vaaar… Körpe, yeşil ıspanaklarım vaaar…” diye bağırıyordu. Az ötelerde bürüklü, şalvarlı bir kadın, iri iri bakır bakraçla biryerlere su götürmekteydi.
Yaldızlı bir ikindi güneşinin ışıklarına gömülmüş olan taraçada dört-beş çocuk konuşuyor, bağrışıyor, gülüşüyor ve okulsuz geçen bir günün yaramazlıklarını paylaşıyorlardı.
- Dört kere dokuz otuzaltı eder akıllım. Dokuz kere dört de öyle. Ben ezbere bilirim kerrat cetvelini. Ezberleyip ezberlemediğimi öğretmenimiz her gün kontrol ediyor.
İlk Bayrak Çekiş
Alanın ortasında elips biçiminde büyük bir havuz vardı. Pürüzsüz kemerli taşlarla çevrilmişti, dupduru suyla doluydu ve oniki fıskiyesinden göklere doğru incecik sular fışkırmaktaydı. Beş-altı metre genişliğindeki beton turnike taş döşeli dönel kavşakla birleşmişti. Havuzun dört ayrı yönündeki dört geniş, ağaçlıklı cadde burayı kentin dört ayrı yönüne bağlamaktaydı.
Ilık ve solgun bir sonbaharın bir 29 Ekim gününde törenlerle kutlanacak olan Cumhuriyet Bayramı ‘nda ortalık ana-baba gününü andırmaktaydı.
Havuzun çevresi, tribünler, caddeler, sokaklar, yapıların önleri, kapıları, pencereleri, balkonları, damları-çatıları, kaldırımlar, bahçe duvarları, ağaçların dalları, direkler dizi dizi, avuç avuç, salkım salkım, bölük bölük, hevenk hevenk insanlarla doluydu. Yükseklere iplerle asılmış boy boy, renk renk, biçim biçim yazılı bezler, rengarenk kağıt fenerler, renkli kağıt zincirler, kordonlar, kurdelalar, balonlar alanı bir baştan bir başa süslemişlerdi. Lambalı-lambasız direkler ve ağaçların uzun gövdeleri süslü kuşaklar içindeydi. Havada rengarenk çiçek yaprakları, rengarenk balonlar, rengarenk pullar uçuşuyordu. Ötede-beride patlatılan oyuncak tabancaların ve sürtülen maytapların sesleri kalabalığın uğultusuna karışmakta, çocuk sesleri, haykırışlar, seslenmeler ve sevinç çığlıkları yeri-göğü inletmekteydi.
Tribünler kentin sivil ve asker büyükleriyle doldurulmuştu. Kadınlı-erkekli, gençli-yaşlılı kalabalık törenin bir an önce başlamasını bekliyordu.
Kulağım çınladı, gözüm seğirdi,
Hayırdır inşallah, senden haber var.
Saksağan camlara gelip bağırdı,
Hayırdır inşallah, senden haber var.
Rüyamda bir ırmak gördüm, akıyor,
Yine estin başımda kavakyelim,
Yine sızladın yüreğim, derinimde,
Yine gözümde yarimleştin düşüncem,
Ben bu gecemi nasıl geçireceğim burnum sızlayarak,
Gözlerim yaşlar içinde, nasıl geçireceğim
Böyle bir başıma dört duvar arasında?
Bırak saçlarını, savrulup gitsin
Sırma teller gibi fırtınalarda.
Elele, başbaşa, gönül gönüle
Gidip arayalım binbir baharda.
Ardından bir tatlı ağıt yakalım,
Her akşam
Yosun kokulu denizde ıslatıyorum saçlarını,
Gurubun renkleriyle tarıyorum,
Çam kokuları serpiyorum tellerine,
Yıkıyorum yüzünü rengarenk gece ışıklarıyla,
Mehtaplı harmanilere sarıyorum körpe bedenini,
Her bahar akşamı gözlerim dolar,
Yaşlar yanağıma süzülür gider.
Ayrılık hep seni aklıma salar,
Çırpınan yüreğim ezilir gider.
Bayramlar çoğaltır elemlerimi,
Bu yağan yağmur değil, sen olmalısın,
Zira; yağmur suyunda gözyaşının tuzu olmaz,
Tuz tuz oladu tuzlarım,
Yaş yaş oldu gözyaşlarım,
Hep böyle yağmurlar altında mı geçecekti
Yıllarım?
Yine atlas oldu masmavi deniz,
Yine taştan heykel beyaz martılar.
Sevgimi yolladım onlarla sana,
Ne zarfa koydular, ne pulladılar.
Canlıydı bu deniz sen burada iken,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!