Ezelden beri sözün aslı özdür
Güneşi toprağa gömsen de közdür
Hamuru fırında pişiren maya değil mi
Özlemi bir yele atsan da
Ayrılığı icat eden aşk değil mi
Derinlerden daha derin var
Ayrıldı yine akıl fikirden
Sardı ömrü dertlerin zarifi
Düşmüş adam
Tek başıma kalmışım
Düşmüşüm ey adam
Bir dağ zirvesinde olsam
Gökten bulut toplasam
Yeşil bir göl getirsem uzaklardan
Kanatları suya değse kuşların
İşgal etse gönlümü bir sevgili
Ne gamdan eser kalır ne tasa
Eğer aşıksan;
Keskin bir ustura ağzıdır zaman
Ne zaman nefes alsan yar gelir akla her zaman.
Dengesizdir işte o an
Bir de kafan darmadağın
Birazcık aklı olan karanlığı demler
Sevda elini eteğini çekerken alaca karanlıktan
En son gözlerim ölecek biliyorum
Yağmur öncesi bir serinlik vuracak yüzüme
Saçlarına dokunmayan ellerim can verecek önce
Gözlerim en sona kalacak
Kirpiklerim ıslanacak sağanaktan
Pamuk iplerli sarılı aşk kutularında
Bir takvim yaprağı ellerde
Güz esintisi sarı yasalar
Yapıştırıyor terzi camlarına
Dergi dağıtan uşaklar
Kurmaca bir cennet eski çarşı
Kırık bir testinin dört ayağında durdu zaman
Titreyen bir vapur su kaldırdı bu limandan
Toprak kokarken ellerindeki çizikler
Buğulu bir teselli aldı aklını kadından
Tınısını bozuyor bu akşam üstleri şiirimin
Gece dinginleşti sanırım
Bir ölünün susuşuna döndü yalnızlık
Hamarat bir uyku dönüyor başımda
Kalsam, düş kuracağım
Yatsam, düş göreceğim
Belli ki düş'lerde öleceğim
Beyaz çarşıda demir döver nalburcular
Ayı ışığına hazırlanıyor alaca karanlık
Ağzımda kent melodileri
Ve cumartesi kahvesi
Havanın nemi denizi ıslatıyor
Semerciler soğutuyor gölgeleri
Gri bir ufuk ki yakıp geçiyor lambaları
Rıhtımlar çöküyor kıyıya koca taşları döverek
Başkaldırıyor küçücük sandallar,
Tufanları ezerek
Ara sokaklara açılmış kumbara kutuları
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!