Her gidişinde aynı yabancılıktı beni bekleyen.
Bu şehre ilk kez gelmişim gibi.
Beni de götürüyorsun yanında, evimi ailemi.
Her gidişinde ardında bir yabancı bıraktığını
Bilemedin hiç.
Yüzüme çarpan yabancı yüzlerde,
Gidersen, kırılır içimde umutlar.
Yetim bir çocuğun hüznüne döner yüzüm.
Ellerinin dokunduğu her şey ölür bir bir.
Anılar cehennemim olur, kurtulamam yanmaktan.
Bir daha çikolata yiyemem mesela.
Yağmurlar üzerime yağar.
[ Gelişinin heyecanı ne kadar büyükse,
Gidişinin ızdırabı o denli büyük. ]
Sesini düşür günlerime.
Ellerini ellerime bırak.
Avuç içlerinde birleşsin kaderimiz.
Göz aydınlığım oluyorsun her sabah.
Gözlerini her açtığında,
Tüm evren selamlıyor seni.
Ağaçlar, kuşlar, böcekler, varlığına şükrediyor.
Papatyalar senin için açıyor her sabah.
Günebakanlar senin için salıyor kokusunu.
Her suskun gecenin bir yanlız yolcusu olduk.
Yumduk gözlerimizi uykulara.
Dokunduk güneşin kızıllığına.
Dokundukça yandık.
Yandıkça düşleri yâr, yâri gerçek sandık.
Düşler bir hazırlıktır uyanma anına.
İklimler değişir bir gün.
Bir kadın güçlenip eline aldığında kalemi.
Siler gözlerinden,
Sevgiye hasret göz yaşlarını.
Yarım kalmış bir çığlıktır dizeleri.
Hep gidiyorsun zaten.
Sizler hep gidiyorsunuz.
Bir ben kalıyorum geride.
Kaldırımlara işleniyor suretim.
Bir sokak lambası, bir çam ağacı,
Yolları aşındıran yabancı yüzler.
Hep aynıydı dinlediğim hikayeler. Lanet olası acılarla harmanlanmış sancılı bir zaman dilimi. Aynıydı; ağır ve kasvetli günlerde ölmüştü aşkları.
Ölmüştü diyorum çünkü ölüm olarak tanımlanıyordu geride kalan anılar. Bir bilinmezi özlüyorduk, kimliğimizi yitirdiğimiz bu ışıksız gecelerde.
Kime konuşsam sesim yabancıydı artık, uyruksuzdu bedenim. Bu koyulduğumuz yolda kimse bilmiyordu nereye gittiğini. Anlayan yoktu yanlızlığımızı. Özlüyorduk, kim olduğunu, nede olduğunu bilmediğimiz insanları. Hangi şehrin ışıkları altında sönmüştü umutları. Bildiğimiz tek şey, hiç bir şey bilmediğimizdi aslında. Bir yabancı gibi izliyorduk kendi hayatlarımızı. Kendi mutsuzluğumuza, yine kendi kararlarımız sonucu vardığımız anları. Bir otobüsün herhangi bir koltuğuna oturup, geçmişimize gömülmüş, evlerden dışa vuran yaşamları seyre dalmıştık. Koşturuyordu insanlar, kendi içlerinde barındırdıkları hayat telaşına doğru. Onlarda içlerindeki bilinmeze adımlıyordu yolları biliyorduk.
Yoruyordu bizi onları izlemek. Telaşsızdık çünkü amaçsızdık. Telefon kullanmak için bir nedenimiz yoktu örneğin. Merak edenimiz, özleyenimiz. Her kesin tanıdığı ama kimsenin aramadığı insanlardık biz. Bir bilinmeze doğduk. Yine bilinmez yarınlara taşıyorduk yorgun bedenimizi. Yüzümüz yorgunluğumuzu en çok ele veren yanımızdı. Ve gözlerimiz akıtırdı yanaklarımızdan acılarımızın izlerini. Yaşadığımız, gördüğümüz, duyduğumuz ne varsa kıyametti yüreğimizde. Bazen yaşadıklarımız parçaladı bedenimizi, bazen de yaşayamadıklarımız düşler boyu dilimizi. Nefret olgusu neden oluşur insanda? İnsan neden nefret duyar, kime? Neye çare nefret etmek. Hangi yaşanmışlığı değiştirip geri getirebilir. Kendi acılarımızı dindirmek için başkalarını yaralamaktan başka neye yarar.
Vakitlerden bir vakitte. Gökyüzüne gözlerimizi asmış, yıldızlarda izlerini arıyoruz kaybettiğimiz insanların. Şimdi ne de yabancı bildiğimiz şehirler. Gecenin en korunaksız zamanını bekliyorduk. Yavaş yavaş yeniden yaşamak için umutlarımızı. Ayın üzerimize düşen yansımasını engelleyen, gri sisli bulutlara asıyorduk idam ipimizi. Öldürdük diyorduk tüm yaşanmışlıkları. Dermanı kalmayan gözlerimizi zorluyorduk ağlamak için. Gece dinince, gülümsüyordu aydınlık gün. Gün doğumuyla yeşeriyordu gerçekleşeceğine kendimizin bile inanmadığı hayaller. Böyleydik; her gece öldürüp, her gün yeniden doğuruyorduk umutlarımızı. Ama biliyorduk kısırdı döngümüz. Umutlarımız bir ütopya. Kalabalık yanlızlıklarda kayboluyordu sesimiz. Şehir şehir , sokak sokak arıyorduk kendimizi. Her otobüs garına büyük heycanlarla koşup, unutulduğumuz yerde bulan, hatırlayan var mı diye bakıyorduk. Bizi bekleyen resim hep aynıydı. Bekliyorduk işte. Bir banka oturmuş, solgun yüzümüzle. Önümüzden her geçen insana sarılıyordu gözlerimiz. Bekliyorduk işte, yine aynı banka oturmuş, aynı saatte, aynı çocuksu yüreğimizle.
Zaman hiç akmamıştı sanki. Aynı yerde aynı kimliksiz halimizle.
Bir savaş meydanıydı burası.
Acı vardı, korku vardı.
Bir savaş meydanıydı burası.
Hani insanın başına ne gelirse gelsin,
Şükrederya daha kötüsü olmadı diye.
Burası en kötünün olduğu yerdi.
Bırak yağmur yağsın.
Damlasın acılarımızın üstüne.
Ha bir eksik bir fazla,ne çıkar.
Gecenin ayazından aldıysam sesini.
Tutup kendine can yaptıysan beni.
Didebanın gölgesinde tutuşsun saçlarımız.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!