Akçay’da bir sancı, denizde bir yüz.
Zeytin yaprağının gümüşü vurur suya
kazdağları’ndan inen o bildik rüzgâr
alnımda biriken ter tanelerini değil
kalbimdeki görünmez yarayı kurutur.
Gönül bu,
Akçay'da denizin dövdüğü bir taş,
ne durgun ne dingin.
Her dalga bir anı bırakır gider,
tuzlu, ıslak.
Yüreğim bir dergâhtır, derdi zikir eyleyen;
Gözlerimden süzülür, hicranın kara seli.
Gönlüm sensiz perişan, her demde "ah!" eyleyen,
Kaderime yazılmış, bu sevdanın çileli.
Hasretin bir urganmış, boğazımda gizlice,
Tanrıların yurdudur, yüce Kaz Dağları’nız,
Gök mavisi sulara, uzanır yamaçları.
Zeytin denizindedir, yeşil saltanatınız,
Taç yapar her bir dala, zeytinin ağaçları.
Oksijen çadırıdır, solukların en hası,
Akçay'ın kordonunda,
İlham var her tonunda.
Bir mani de ben yazdım,
Dostluğun şanında.
Felek pusu kursa, yollarım donsa
Zemheri ayazı, tenimi yaksa
Umut dallarımı, rüzgârlar kırsa
İçimdeki sevda, sönmeden durur.
Sırtında yamalı, heybe torbası,
Yüzünde yıllar izi Köylü Dayı.
Evinde damalı, bitmez çorbası,
Hüznünde yollar bizi Kölyü Dayı.
Sen, yüzünde asırların yorgun coğrafyasını taşıyan adam,
hangi dağın rüzgarı yonttu o granit bakışlarını?
Ellerin... Ah o ellerin dayım,
her biri, toprağın bağrına basılmış mühür,
Bir kuyruklu yıldızdım ben, çağların soğuk nefesinde.
Yörüngesi isyankar bir köz parçası,
boşluğun kadifesinde açılan gümüş bir yara.
Ne sesim vardı ne soluğum,
Yokluğunu giyindim bu sabah.
Üzerime tam oturdu.
Ne bir beden büyük, ne bir beden küçük.
Sanki derimden dikilmiş,
nefessiz bir zırh.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!