Emekli yurttaşım..
YOKTUN...
Duman çöktü şu dağların başına
Yağmur vurdu kirpiğime, kaşıma
Zehir kattın ekmeğime, aşıma
Sofranda bir kaşık, tuz iken yoktun
Bütün mahluk, seni anar,
Aşkın ile, kalbim yanar,
İnanan kul, nura kanar,
Yönüm döner, yalnız Sana.
Gözümde bir perde, elimde hep bir pusula,
Dururum, iki sonsuzluğun dar kapısında.
Bir yanda sisli, bilinmez sonsuz dipsiz evren,
Diğer yanda gün ışığı, somut, görkemli.
Ben, bu geçidin sessiz, o yorgun bekçisiyim.
Ben, gecenin en sağır atlasında kaybolmuş bir yıldız,
sen, yörüngemi çizen o görünmez, ebedî sızı.
Saçların, samanyoluna dökülen bir mazî şelâlesi,
bana her dokunduğunda, dağılır evrenin perdesi.
Bizim bir coğrafyamız yok.
Bizim bir fiziğimiz var.
Senin varlığının merkezkaç kuvvetiyle
benim hayatımın tüm gezegenlerini yörüngenden çıkardığı
Saatleri durdurdum bu gece,
mekan hükümsüz,
zaman, eski bir ceket gibi asılı kapıda.
Ne dünün ağırlığı omuzlarımda,
Gidişinle bu şehre
bir sürgün indi.
Sokaklar şimdi tanımsız,
adımlarım yankısız.
Yokluğun;
Sen girdin içeri, sustu bütün şarkılar…
Unuttu kelimeler bildiği tüm yolları.
Bir an durdu yelkovan, o en eski saatte
ve ben ilk defa gördüm gözlerindeki sonbaharı…
Akıyor zaman,
delinmiş bir su testisi gibi değil,
hayır.
Akıyor zaman
binlerce tohumu çatlatarak
ve binlerce filizi yeşerterek
I.
Gece, siyah bir pelerin gibi değil,
Ağır bir yorgan gibi örtüyor şehrin omuzlarını.
Sokak lambalarının titrek sarısında,
Uykusuz kedilerin gölgeleri uzuyor kaldırım taşlarında,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!