Adım Maral
Hiç duymadın mı
Çok kullanılır bizim oralarda
Türküler söylenir sevda makamında
Maral’ım...
Yine bir sayfa gidiyor ömür defterimden ve yine yalnızlığım karşılıyor beni kapı eşiğinde. Elimi elektrik düğmesine uzatıp, dokunuyorum, aydınlanmıyor odam. Tıpkı şarjı bitmiş hayatım gibi. Kırık bir aşk hikayesinden geriye kalan can kırıklarına çarpıyorum karanlıkta, tökezliyorum bir an. Başım dönüyor, midem bulanıyor panik içinde, yüreğim kanıyor. Bakışlarımdan sızıyorsun alacakaranlığın huzursuz rüzgârında. Ayak seslerin yankılanıyor duvarlarda, soluğum kesiliyor, öylece kalakalıyorum. Demirden bir pençe sarılıyor boğazıma, ölüyorum sanıyorum, kahrediyorum sana, kahrediyorum zamansız gelen baharın soldurduğu papatyalara. Beni hep yalancı baharlarda aradın, kaybetmek için. Tekil yalnızlıkların, çoğul efkârına mahkûm ettin sevgimi. Bedeli kahrın üçüz, beşiz doğurduğu gecelerim oldu.
Hep orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür derdin, dolaylı yoldan. Gitmediğin hangi köy, hangi şehir bizim olabilirdi ki? Görmediğin hangi gökkuşağının altından geçebilir, dokunmadığın hangi yetim başı okşayabilirdin? Hangi kapıyı açmaya kalksam kilit üzerine kilitler vuruyordun. Hançerem kuruyordu sam yelinde ve sen demleniyordun dilimin her yerinde. Avazım çıktığı kadar seni haykırmak istiyordum, ayrılık gelip de düğüm düğüm yerleşiyordu gırtlağımın tam orta yerine. Susuyordum…
Gözlerimi yollarında kaybederken, bilmediğim bir geleceğin karanlık gecelerinde, sensizliği kızılcık şerbeti diye içiyordum ben ve sen bunu hiç bilmiyordun. Bu kaçıncı hasret türküsüydü dinlediğim ve bu kaçıncı nöbetti isyan dakikalarında akrebin amansız saldırılarına yenildiğim? Ve kaçıncı baskınıydı kirpiklerime tüneyen sen dolu bulutların? Zembereği boşalmış bir saatin kadranında dolaşıyordum delice bakışlarla.
Senin dünyanda aşk
Kuru bir sevişmeymiş
Beş dakikada biten
Anlık bir hevesmiş
Sanal seks de yaptın
Hadi durma
Yine saçıp savursana nefretini
Mehtabın kıyılarına vurarak saçlarımı
Dağıtsana efkârını küf kokan mısralarda
Seni istemiyorum diye
Bu darmadağın kadın sen misin?
Buğday başağı saçlarına ne oldu gül yüzlüm?
Hani hasatı yoktu bizim mevsimlerimizin
Hani kış gelmeyecekti bizim diyarlara
Hani ekinler biçildiğinde
Hani hep yazardın ya şiirlerinde
İşte
O gözyaşlarını sardığın yapraklar getirmişti
Emsalsiz hüznünü
Gittiğin yerden başlıyordu yine herşey gibi
Kederlerin en kesifi
Yine yağıyordu yağmur
Yüreğimin sarp yamaçlarına
Ve ben ıslanıyordum sırılsıklam
Sen kahkahalarla gülüyordun
Mutlu ve umutlu
Oysa griydi gökyüzünün rengi ufkumda
“ Eylül Gökdemir / Eylül’ün Günlüğü’nden-121 „
İnsanın eşi olmalı, bakarken yüreğinin kabardığı, gözlerinden gözlerine yüreğinin aktığı...aşık olduğu bir eşi olmalı!
Sabah gözlerini açtığında, yanında olduğunu görüp, şükürler etmeli Yaradana. Koklamalı saçlarını. Uyuyan eşine şefkatle bakıp, usulca dokunmalı yüzüne, varlığını hissedebilmek için. Parmakları titremeli, incitirim korkusuyla. Sürekli çağlayan bir pınar olmalı gönlü...kramplar girmeli midesine, onsuzluk aklına geldikçe!
Ne olmuş yani
Umudun gözüne
Çaresizliğin dibine vurmuşsam
Bu akşam
İçimde bir yerler kanarken
Bir kadın ağlıyor içimde
Usul usul demliyorum hıçkırıklarını
Akşamdan kalma mey niyetine
Yavaşça dokunuyorum saçlarına
Hüzzam bir beste çalıyor sanki
Her telinin bir ucunda
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!