Dişlerimin arasında
Çiğneyip kanattığım dudaklarıma
Buruk bir tebessüm yerleştirmeyi
Kaygısız gülüşlerimin gevrekliğinde saklanan umutlarımla
Gömüp de içime hasretleri
Tek tek kaldırmıştım cenazesini sevdamın
Kirpiklerinin yokuşlarında yorgun düşerken kalbim
Ellerim üşüyordu sıcağında
Temmuz ateşinin
Kırılma noktasından geçiyordu adımlarım
Mahşeri bir telaşın öfke dolu ağıdında
Acımasız bir el
Gün yüzü görmemiş kekikler serdim güneşin damına
Ay ışığında kuruttum yapraklarını leylakların
Kuyruğuna bağlarken yasemenleri bir yıldızın
Bakışlarında vurdular kardelen duruşlu sevdaları
Mayısları tutup yakasından silkelerken delicesine
Hangi parçasından doğuyordu güneş ufkuna
Bir yanda Dicle, diğer yanda Fırat’ın çılgınlığıyla
Hısn-ı Keyfa’nın mahzun duruşlu bakışlarından mı dökülüyordu saçların
Yeryüzü bir kez daha mı sarsılacaktı masum Cudi’nin tepelerinde
Bir kez daha mı dağılacaktı rüyalarımız...
SON MEKTUP
Yine bir sayfa gidiyor ömür defterimden ve yine yalnızlığım karşılıyor beni kapı eşiğinde. Elimi elektrik düğmesine uzatıp, dokunuyorum, aydınlanmıyor odam. Tıpkı şarjı bitmiş hayatım gibi. Kırık bir aşk hikayesinden geriye kalan can kırıklarına çarpıyorum karanlıkta, tökezliyorum bir an. Başım dönüyor, midem bulanıyor panik içinde, yüreğim kanıyor. Bakışlarımdan sızıyorsun alacakaranlığın huzursuz rüzgârında. Ayak seslerin yankılanıyor duvarlarda, soluğum kesiliyor, öylece kalakalıyorum. Demirden bir pençe sarılıyor boğazıma, ölüyorum sanıyorum, kahrediyorum sana, kahrediyorum zamansız gelen baharın soldurduğu papatyalara. Beni hep yalancı baharlarda aradın, kaybetmek için. Tekil yalnızlıkların, çoğul efkârına mahkûm ettin sevgimi. Bedeli kahrın üçüz, beşiz doğurduğu gecelerim oldu.
Hep orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür derdin, dolaylı yoldan. Gitmediğin hangi köy, hangi şehir bizim olabilirdi ki? Görmediğin hangi gökkuşağının altından geçebilir, dokunmadığın hangi yetim başı okşayabilirdin? Hangi kapıyı açmaya kalksam kilit üzerine kilitler vuruyordun. Hançerem kuruyordu sam yelinde ve sen demleniyordun dilimin her yerinde. Avazım çıktığı kadar seni haykırmak istiyordum, ayrılık gelip de düğüm düğüm yerleşiyordu gırtlağımın tam orta yerine. Susuyordum…
Yanlış zamanlarda yanlış ağlara takılan
Mahzun bakışlı
Cam kırığı yürekli deniz kızı
Seni de mi vurdular
Bir kumsalın ıssızlıklarında
Zamanın başlangıcından beri süregelen bir şeydir iki cinsin birbirini tamamlaması. Farklı özellikleri olan iki insan. Eşref-i mahlukat demiştir Yaradan. Yaratılanların en şereflisi. Sonra da halifem demiştir insan oğlu için. Yani Yaradanın yeryüzündeki vekili. Yaradılış gayemizin ne olduğunu hiç düşünmeden, bize verilen yetki ve yetenekleri olumlu kanallara aktarmadan öylesine bir yaşam.
Çıkar çatışmalarının birinci sırada olduğu edepsizce bir bencillik kavgası. Konuşma edebi, kendini ifade etme edebi, oturma edebi, yürüme edebi ve herşeyden önce yaşama edebi. Edepsizliğin had safhaya çıktığı bir hayatın içinde nasıl yer kapabiliriz diye çılgıncasına yarışıyoruz.
Hangimizin bir insan kaybedecek kadar zengin olduğunu düşünebiliriz ki... Dikkatsiz, özensiz, saygısız, sevgisiz, düşüncesizce sarfedilen sözler... Adına dobralık, adına erkeklik, adına delikanlılık dediğimiz ne kaldı ki tüketmediğimiz? Adam gibi adam olmak... Nedense hep erkek cinsi için kullanıldığını kabul ederiz bunun.
Ne vakit başımı kaldırıp baksam gökyüzüne
Tren geçiyor katar katar
Ne vakit dokunmaya kalksam yüzüne
Bir kadın ağlıyor gözlerimde
Bana İstanbul'u getir yeniden
Bakışlarından dökülsün yine adalar
Akşamın gruba sığındığı anlarda
Dudaklarından adım sızsın sessizce
Kırmızı kiremitli çatılara
Ve yine seyredelim ayrı şehirlerde
Mevsimlerden hangisi
Günlerden nedir bilmiyorum ey sevgili
Kaç asır geçti senden ayrılalı
Güneş doğuyor mu hergün doğudan
Ya da
Hoşçakallarla selamlıyor mu geceyi batıdan
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!