29 Mayıs 2004
yürürken ya da yaşarken.
bir kapıyı açar veya kaparken,
hani merak eder ya insan
bozacı geçmeyecek bu akşam sokaktan,
kış için henüz çok erken saattir.
gerek yok kapıların altına,
kum torbası koymaya.
al ellerini çocukların,avucuna.
sür yanağına.
bilemiyorum neresinden okunmalı bu masal
yada kime esaslı bir alkış tutulmalı farz-ı misal
bir gün, bir küçük yavru kuş,
masalın ön kapağında yazılanlar gereği
kartal yuvasında bir kafese kapatılmış.
İki kekeme konuşuyorlarmış.
Biri:
- Eee...na...na... nasıl... nasıl...sın... ba... bakalım, diyormuş.
Öteki de:
- İyi...iyi... iyiyim... sen... sen... na...na... nasılsın... ba...ba... bakalım, diyormuş.
Derken adamın biri, kekemelerden birine yolu sormuş. Kekeme, hiç kekelemeden:
geldiğimi deniz kuşları haber verecek sana.
bardaktan boşanır gibi, çığlık çığlığa.
sis dalgalarından renk almış pejmürde bir gemi,
bırakırken bezgin kontrolsüzlüklerle
karanlık derinlere, pas tutmuş zincirini
ve ay ışığı gebe kalırken pul renkli yakamozlara
Annem o son sonbaharın telaşlı yağmurlara ev sahipliği yaptığı sabahının çok erken saatinde ablamı giydirip - kuşattı, tuttu elinden bindi Şirket-i Hayriye’nin baca numarasını şimdi hatırlayamadığım yandan çarklısına kayboldu Sirkeci yönünde.
Annemin; babamın nöbette oluşundan yararlanan daha kararlı, özgür ve cesur kıldığı ses tonunun yüksek perdesinden anladım ki, ablamı babamın nöbette olmasından istifade ile kaydettirmek için Tomas Fasulyeciyan’ın tiyatro kumpanyasına götürecek yarın sabah.
Nasıl olsa en azından iki gün daha gözükmez babam ortalarda. Hesaba göre nöbetin bir günü, buna ilaveten nöbet uzadı adı altında Pangaltı’da madam Despina’nın evindeki kaçamağın da bir günü var ki. Rahatlıkla tüm kayıt işlemlerini tamamlar, Fasulyeciyan’ın programına uygun düşerse ablamın ilk provasını bile izler. Sonra da vakit rahatlığı içinde Şehzadebaşı’ndan Süleymaniye’ye, oradan Mercan’a düşüp Namlı pastırmacıdan yüzelli-ikiyüz gram pastırma alır, mısır çarşısında dolaşırlar; evimizde eksikliği bilinen ne kadar ot, çiçek ve sair nebatat varsa ondan şu kadar bundan bu kadar toplar. Ve Sirkeci’ye vapurun ezberlenmiş hareket saatinin on – on beş dakika öncesinde vasıl olunur. Eğer birde cesaretini toplayabilirse çantasının o gizli cebinde özenle sakladığı hanımeli cıgarasının narin ve incecik bedeninden masmavi bir akşam dumanı savurur, ablam sade gazozunun içindeki sakız leblebilerini sayarken.
seninle olmamak gibi her yerde,
son kadehimi senden gizli içiyorum.
görmüyorsun bile gözlerine baktığımı
tuttuğumu anlamıyorsun ellerinden.
şimdi çıkıp gideceğim bu kapıdan
önden senin çıkmanı bekleyeceğim.
bu sıcak pamuk mevsimi midir çukurova'da.
üzümleri sarıya dönen bağmıdır adalar'da.
bu sıcak; hasat mevsimi, bağbozumu mudur.
alnımdan süzülüp toprağa düşen
bu talihsiz ve yorgun çizgiler,
güneş bulutların içinde bir yerlerde
kuşlar sokmuşlar başlarını kanatlarının arasına.
siz hiç sığındığı bir pencerenin pervazında
anasını beklerken gördünüz mü bir yavru kuşu.
şimdi mevsim görmek istediklerinizin
izbelere saklanma mevsimidir.…
otuzüç devirde ağır ve geniş dönüyorum
eteklerim pervane
şehrin en kenar sokaklarında bir meyhane.
tambur elimde, kanun dizimde
hicazkar geçiyorum.
hey barba,




-
Nur Tuna
-
Ertuğrul Söyünmez
-
Gülin Su
Tüm YorumlarNe kadar ben...ne kadar yürek...ne kadar yaşam dolu şiirlerinz...yüreğinize kaleminize hayran oldum şiir dostu...yaşanmışlığın her köşesinde duygularınız aksın bir ömür...selam ve saygımla
sen çok seviyorum Cevat çeştepe
şirlerinide
özledim seni geleceğim elini öpmeye
iyiki varsın hocam
...sevdiklerimizden ve okuduğumuz kitaplardan değildi uğradığımız ihanetler...duvarlarımızdaki yaralar sevgisi tutsak olanların ve düşüncesi korkakların ihanetlerinin izdüşümüydü...
....yaşam çizgisinin iki ucu arasında bir merdiven çıkar ya da ineriz...doğuma veya ölüme doğru..etrafımıza ördü ...