kapıdan ışık sızsın dışarı
ama sen, ben ol içeri girme.
pencereden bir göz at sadece,
duruyor mu bak her şey
bıraktığın yerde.
dudağında dudak izin…
hayır, sen üstüme gelme.
iki sokak ötede dur.
bekle gece olsun,
hele bir kenara çekilsin el ayak
o zaman işte,
bütün yıldızları
korku:
yanaklarından aşağı lavlar süzülürken
bilekleri ince bir dağ çiçeği keser yolunu.
rengi solgun, bakışları ürkek ve korkulu.
yangın kavurmaya başlamıştır hayat yollarını.
sonrası çığlıksız ve yarınsızlıktır.
Son günlerde bir türkü, takıldı dilime gidiyor..Yaşının benden büyük olduğunu sandığım bu türküyü genç arkadaşlarımız bilmeyebilir.
“Akşam olur karanlığa kalırsın, derin derin sevdalara dalarsın” diye başlıyor ve tam bu noktada muhteşem etkileyici bir saz tınısı giriveriyor araya ve bende de film en heyecanlı yerinden kopuveriyor. Kopuyor da ne oluyor. Akşam mı oluyor, karanlık mı basıyor yada derinden bir sevda mı kapımı çalıyor.
Şimdi İstanbul’un yağmur mevsimi. Kocaman kış günlerini boşa “kar yolları gözlemekle” tüketen İstanbul da şimdi yağmur günlerinin puslara sarılmış dumanlı havası içe dönük bir heyecan fırtınasını sanki ters tarafından estiriyor. Denizin rengi, bildiğimiz deniz mavisi değil, gökyüzü de öyle …Martılar kanatlarını hangi maviye çarpacaklarını bilemiyorlar. Mavi yok…İnanır mısınız, koskoca şehir mavisini kaybetmiş lacivert tufanında sallanmayı bekleyen öksüz çocuklar gibi. Ama salıncaklarda yok. Baharın kenti İstanbul belki erguvan pembeleriyle açık nikah günlerine kadar renksiz bir mavilik bostanında kör köşelerin ayyaşı olacak.
seni sıcak bir yaz gecesi sevmiştim ben.
bunu unuttun mu, hiç mi hatırlamıyorsun.
hani kar yağıyordu ve buz tutmuştu,
ağzımızdan çıkan sevgi dolu her söz.
içimiz sıcacıktı oysa, sen gülüyordun
ben iki gözüm iki çeşme ağladıkça.
gemiciyi;
ışıkları sönük, miçoları balık tutan
paslı gemiler karşıladı limanda.
yağmur yağıyordu.
Kimse niye yağmur yağıyor demiyordu.
mevsimlerden, eylül'dü.
kısacık, siyah bir etek vardı
o gün üzerinde.
kırmızı ve incecik
parlak kemer belinde.
ne kadar kurşun dökülmüş kanatlarından
gün ışığı sızmazsa da içime
güvercinler; hep el ele demektir
doludizgin koşarken yeşillikler içine.
saçlarını okşayamasam bile
karanlıkta gözümün gözümü görmeyen gözlerimle
geldiğimi deniz kuşları haber verecek sana.
bardaktan boşanır gibi, çığlık çığlığa.
sis dalgalarından renk almış pejmürde bir gemi,
bırakırken bezgin kontrolsüzlüklerle
karanlık derinlere, pas tutmuş zincirini
ve ay ışığı gebe kalırken pul renkli yakamozlara
Annem o son sonbaharın telaşlı yağmurlara ev sahipliği yaptığı sabahının çok erken saatinde ablamı giydirip - kuşattı, tuttu elinden bindi Şirket-i Hayriye’nin baca numarasını şimdi hatırlayamadığım yandan çarklısına kayboldu Sirkeci yönünde.
Annemin; babamın nöbette oluşundan yararlanan daha kararlı, özgür ve cesur kıldığı ses tonunun yüksek perdesinden anladım ki, ablamı babamın nöbette olmasından istifade ile kaydettirmek için Tomas Fasulyeciyan’ın tiyatro kumpanyasına götürecek yarın sabah.
Nasıl olsa en azından iki gün daha gözükmez babam ortalarda. Hesaba göre nöbetin bir günü, buna ilaveten nöbet uzadı adı altında Pangaltı’da madam Despina’nın evindeki kaçamağın da bir günü var ki. Rahatlıkla tüm kayıt işlemlerini tamamlar, Fasulyeciyan’ın programına uygun düşerse ablamın ilk provasını bile izler. Sonra da vakit rahatlığı içinde Şehzadebaşı’ndan Süleymaniye’ye, oradan Mercan’a düşüp Namlı pastırmacıdan yüzelli-ikiyüz gram pastırma alır, mısır çarşısında dolaşırlar; evimizde eksikliği bilinen ne kadar ot, çiçek ve sair nebatat varsa ondan şu kadar bundan bu kadar toplar. Ve Sirkeci’ye vapurun ezberlenmiş hareket saatinin on – on beş dakika öncesinde vasıl olunur. Eğer birde cesaretini toplayabilirse çantasının o gizli cebinde özenle sakladığı hanımeli cıgarasının narin ve incecik bedeninden masmavi bir akşam dumanı savurur, ablam sade gazozunun içindeki sakız leblebilerini sayarken.




-
Nur Tuna
-
Ertuğrul Söyünmez
-
Gülin Su
Tüm YorumlarNe kadar ben...ne kadar yürek...ne kadar yaşam dolu şiirlerinz...yüreğinize kaleminize hayran oldum şiir dostu...yaşanmışlığın her köşesinde duygularınız aksın bir ömür...selam ve saygımla
sen çok seviyorum Cevat çeştepe
şirlerinide
özledim seni geleceğim elini öpmeye
iyiki varsın hocam
...sevdiklerimizden ve okuduğumuz kitaplardan değildi uğradığımız ihanetler...duvarlarımızdaki yaralar sevgisi tutsak olanların ve düşüncesi korkakların ihanetlerinin izdüşümüydü...
....yaşam çizgisinin iki ucu arasında bir merdiven çıkar ya da ineriz...doğuma veya ölüme doğru..etrafımıza ördü ...