Smyrna'lı gemicilerle konuşuyoruz.
Pasaport'ta, Kordon'da, Alsancak'ta.
Şaraplarımızı denize döküyoruz.
Balıkların gözü dönüyor.
Smyrna'lı gemicilerle konuşuyoruz.
o vitrinime ellerimle yerleştirdiğim
tek kitap olarak kaldı.
en ön koltukta kimsesiz oturup
arada bir sayfalarını karıştırıp
ama söylediği her şarkıyı
can kulağı ile dinlediğim.
kelimelerin hiç bir anlamı
benim bildiğim dilden değil.
üç yazıyorum kağıda
beş diye okunuyor sonuçta.
hesabım, kitabım
tutacak gibi değil.
“duvara ellerim yapıştırılmadan,
üstüm başım araştırılmadan,
kimliğim sorgulanmadan,
yüreğim yırtılmadan”
son geceydi …
her karanlık gecemidir.
kedilerin gözbebekleri mi büyür içinde gecelerin
senin bana bakışların, o göz bebeklerin
gecelerin içinde mi saklıdır.
yakut yeşillerinden uzak kalışlarım böyle
senin saklandığın yerde midir.
kötü bir gidiş gibiydin, terk ediştin.
bir daha dönüp bakmamak gibi ardına,
gözyaşlarını dinlediğin son şarkıya saklar gibiydin.
şimdi çoktan unuttun biliyorum
sana yazdığım bütün şiirleri.
küçük sarı sandal, her öykünün sonunda batar.
ne deniz bilir bunu, ne sahile vurmuş ölü balıklar.
ama iki penceresi daha vardır,
her yaşamın kendi, gizli odasında.
birinden batarsa güneş,
diğerinden doğar
kaçınılmaz isyanın
sessizce karşılanan arka tarafındayız.
birazdan bütün kepenkler parçalanacak,
bir hasret sanki
ses çıkarmadan bir çiçeği koklar,
bir çocuğun saçlarını okşar gibi.
_____________________* ölürken
Neden olduğunu tam bilemiyorum, saatini de. Sanırım yuvarlandığım küçük bahçenin en gözden ırak köşesinde haklı gerekçelerimin parantez başlarını meze yaparak, fasılasız sarhoşluğuma kanat açtığım, sıra dışı birikimlerimin gözlerimden alev gibi fışkırdığı ve henüz terlemeye başlamadığım bir andı. O boncuk gibi terlerimi henüz dökmeye başlamamıştım. Belki tam o an kendimle sevişmeye zorlansam durumu bir defalık kurtaracak ve ölmeyecektim.
Kolumu dirsekten dayadığım, bir kere göz gezdirildikten sonra artık okunmasına gerek kalmadığına inanılan günlük ucuz gazetelerin üzerine serildiği beyaz plastik masadan boşluğa düşüyor gibi oluyor ve yere yuvarlanıyorum. O ana kadar oturduğum beyaz plastik sandalye de benimle beraber geliyor. Başımı ne olduğunu göremediğim sert bir cisme çarpıyorum. Ve sıcak bir esinti geliyor alnımdan aşağı doğru, gözlerimin üstüne. Kan çanağı içindeki gözlerimle çimleri yer yer dökülmüş toprak zemine bakıyorum en yatay çizgimden. Ayaklarımı hafifçe oynatmaya ve hangi yaşamımın neresinden soluk aldığımı anlamaya yelteniyor ama yanıt alamıyorum. Toprak kokuyor sadece, lavanta da. Ama ayaklarımı oynatmaya yaşamım izin vermiyor. Yoksa bundan böyle yürüyemeyecek miyim. Olur mu öyle şey. Bütün kokuları duyuyorum ama ayaklarımı kıpırdatamıyorum yerinden. Peki ya ellerim …, kollarım …?
Kan; göz pınarlarımdan aşağı, burnumun kenarından dudak çizgime doğru yeni yol bulmuş bir küçük dere gibi akmaya devam ediyor ve ilerlediği her santimde içim biraz daha boşalıp çekilmeye başlıyor. Boşalıyorum sanki parmak uçlarımdan bir yerlere doğru. Demek ki o çok kritik anlarda söylenebilecek başka şey bulunamadığından söylenebilen tek yerdeyim. Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide.
nerelerimizde saklarız kötürüm duygularımızın kör tırnaklarını
yazamayacak kadar, buz tutmuş camlara sevgilimizin adını
nerelerimizde saklarız
ağustos güneşi yangınının yürekte kor yaptığı sevdalarımızı
yürüyememek önümüzdeki katran karası yolları




-
Nur Tuna
-
Ertuğrul Söyünmez
-
Gülin Su
Tüm YorumlarNe kadar ben...ne kadar yürek...ne kadar yaşam dolu şiirlerinz...yüreğinize kaleminize hayran oldum şiir dostu...yaşanmışlığın her köşesinde duygularınız aksın bir ömür...selam ve saygımla
sen çok seviyorum Cevat çeştepe
şirlerinide
özledim seni geleceğim elini öpmeye
iyiki varsın hocam
...sevdiklerimizden ve okuduğumuz kitaplardan değildi uğradığımız ihanetler...duvarlarımızdaki yaralar sevgisi tutsak olanların ve düşüncesi korkakların ihanetlerinin izdüşümüydü...
....yaşam çizgisinin iki ucu arasında bir merdiven çıkar ya da ineriz...doğuma veya ölüme doğru..etrafımıza ördü ...