suyun üstünde yürüyor ayağı kopuk rüzgârlar
ahvali meçhul günleri de almış gidiyorlar bilinmezliğe
soluk almadan yaşıyorum duvarlarda taş yazıtlar gibi
ağzımdan uçuşan sözleri savuruyorum kağıtlara
kağıtların beyazlığı rengarenk
pervasızca
geziyorum kayıp zamanların içinde
gizlenmiş ne varsa buluyorum
saklanmış ne varsa
çıkarıyorum
görklü gecenin kucağında gümüşi yıldızlar
içinde düğüm düğüm düğümlenen gizem
çöz çözebilirsen hadi aklı evvel usum
tutkuya çiçeklenen ömrün
kaç baharı kaldı
ağaçlarda toplanmış serçeler
uyanamadığım kadar gri gök
toprağın parmak arasında
fırtınanın izleri
üzerine günler aylar yıllar yapışmış
her tarafı yıkık dökük bir duvar sessizliği
yansıyan yüzüme
uygun adımlarla
tırmanıyorum karanlığın buzdan beşiğine
elvadası bol
günlerin ağırlığında zaman
geride kalanlara el sallayan bir bulut hafifliğinde
tüm vedalar
nakış nakış işlendi ruhum rüzgârlara
alıp götürdüler beni dağların uç noktasına
teli kırılmış bir saz gibi bıraktılar uçurumlara
sesi soluğunu yitirmiş bir güz gibi bıraktılar
kışa teslim
eskiden
güvercin gözlü evlerin sevilen kedileri
ruhu duru akşamların şiir okunan saatleri
elleri toprak kokulu masal tadında insanları
leylak renkli mevsimlerin bahar çiçekleri
rüzgâr üfüren tepelerde bir papatyanın
bir zamanlar tarla kuşu sohbeti olurdu ağaçların
bir zamanların sedirleri olsaydı şimdi
bugünkü koltuklarla yarışırdı
bense bugünkü aklımı eskisiyle değişmem
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!