aralık sonu ocak başı yılın en cafcaflı günleri
yürüdüm tebessümü eksik vakitlerin ortasından
aklımı kurcalayan ne varsa silkeledim toprağa
eskittim sokaklarını şehrin arşınladım gürültünün
uzunca boyunu
açık pencerelerin dudağını sarmış
çiçeklerle dolu bir bahçenin mahmurluğu
uzaklar çağırıyor sesimi sesimde yüzü kırılgan serçeler
topraklı yoldur dağların ardı tozlu rüzgârların nefesinde
aşk ölümlü masaldır ağrılı bir kalbin ıslak konağında
unutursan
incecik yollara savrulur rüzgâr
sarp dağlara vurur keskin uğultu
uluyan bir kurt çığlığı gönlüm
küf tutmuş mabedinde
nasıl da ağlar aşk
zaman ölüyor ellerimde
hayır hayır zaman değil ben ölüyorum
ışık hızıyla kendimden eksiliyorum günbegün
ayaklarımdan çekilen kanın soğukluğunu
hissediyor ellerim
ölü düşlerin kesiştiği vadilerde
yıkılıyor üstüme sessiz gölgeler
şehrin yorgun kalabalığından
çekiliyor gece kuytulara
önümde meçhulün
çıplak ayak izleri
kördüğüm
bu can sıkıntısı
bildiğin gibi değil
tunçtan örülü bir yumruk
dört duvarlara kırık aynalara sor
yürek hıçkırığı akıl çarpıntısı
gökyüzünün
asma katında ağzı tıpalı güneşin
sayısız kasırgaların ardından durulmuş rüzgârlar
zamansa tüm zulümleri silmiş
desem de
yüzüme
yadsıyan şehrin yorgun sesi
sanki kâlû belâdan beri vurgun
tekrarı bitmeyen arayışların nişanesi
nazperver bir aşkın izi
hüzünler sokağında
güzün inci kirpiklerinden düştü kızıl sarının tonları
rüzgârların kudretinden titredi gazeller tepesi
şimdi kasım kokulu yolları ıslar yağmurlar
ıslak şemsiyeli kadınlar çocuklar adamlar geçer
kaldırımların üstünden pencerelerin
önünden
gözüm yol çekiyor
kendimi terkedilmiş ağaçlara astım
kuru dallarda ki sararmış yapraklar gibi
sallanıyorum
eğer güneşe varırsam




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!