dilini bilmediğim
ezgisini anlamadığım- bu şarkı sen
koşarak çıktığın merdivenler-
yıkıldı –ağladı dokunduğun zil
ardından terliğin öksüz, koltuğun boş
mor dağların
tarçın kokulu bulutların
ardında annem
sekerek varılmaz
oraya
karanlık kollarını sarmış yalnızlığa
gölgeler zehrini içiyor gecenin
kasım sarı kızıl saçlarını örtmüş ağaçlara
uçuşan hayalleri de alıp gitmiş göçmen kuşlar
limon ağaçlarını tazeliyor gün
porselen gözlü serçelerin tüneği yapraklar
havanın eteği yaş, gözü göl
sokaklar kehribar sarısı
uykuda çehresi bulanık lambalar
topuğu kırık bir mevsimin
güncesinden düşüyor yalnızlık
toza belenmiş adımlarında
satenden kederler
…….
derdiniz ne
kasım yüzlü serçeler
ser oldunuz sır oldunuz
mahzun bakar demir yelekli pencereler
saçları kumrala yandı sabahların
herkes uykuyu sever, uyku sessizliği
çapraşık zamanların öfkesi rüyalar
rüya da ufalanan bir çiçeğin kırılganlığını ezdin
uykusu ağır yılanlara duyurulur
kumru kokulu bir rüzgârın esneyişi gece
ne yana baksam o yana devrilir gölgeler
susarken an
çalıntı bir tebessüm dudağında
yıllanmış resmin çerçevesinden
bakıyor dalgın gözlerin...
umursamıyorum
uçun! ...
karakuşlar uçun!
tımar ettim tüm dertleri
tezyifkâr düşünceleri alsın gitsin bulutlar
ben yârimi özledim
karanlığa sürgün
kızgın demire su çekmek
gücenmiş bir gecenin alev buğusu benimkisi
kabuksuz yara ah! kanıyor
azgın bir boğa yalnızlık
deldi geçti ruhumu
yıkıl/ma/sın gökler / __
pare pare dökül/me/sin bulutlar / __
bükül/me/sin boynu leylâkların / __
'vefa'nın umuru/nda! /