eski bir rüz-nâmenin yıkıntısı şehir
sokak aralarında acımasız güruhlar
safiyane yoksulluğumuza haraç kesmekte
şimdi alacalamak istesek de zamanı nafile
rüzgârlanan bir tepenin ardından
kanatlanıyor gölgemiz
mavi masalın yeşil ankası
küllerinin çiçeklendiği yere uçalım
zaman günebakanlar mevsimine el sallarken
üveyik kuşlarının kırmızılı ötüşünden
sarı saçlı sevinçler doğuralım
kalbimde renkler
mor kırmızı yeşil
biraz ıslak mavi birazda güneş sarısı
minyatür kuşların kulağıma tıkırtadığı hep o şadan
yaşam sezgisi bu beton duvarlara ördüğüm
ince işçilik telkari kıvraklığı
“aslında boşa kederle yıkanıyor divane kalplerimiz, geçmişte bıraktıklarımız gelecekte bekliyor olacak bizi -ayşe-uçar”
ne zaman bir melek kanat çırpsa
sokaklar yolunu şaşırır
rüzgârın çarptığı kapıların birinin gözü kör olur
duvarlar yabancılaşır baktığı pencereye
ayağımın altından çekil karanfil
tanrının dokunmadığı bir rüyanın eliyle vedalaşıyorum
..........
ayvan-ı dağınık gönlümün
ab-ı efsun’u döker gözlerim ağyar elinden...
çek! ...
sırtımdaki hançeri karanfil
dağlandı bağrımın cılgası kanamaz
rüyanın ipini çekti gece
.........
kaybetti gün ağırlığını
yumuldu ipek-ten çarşaflara
çekip gidebilirim
bu resmin dar sokaklarından
tüm renkleri kör nokta da toplayıp
ellerimi perçinleyerek karanlığa
saçlarımı yakıp
hüznün engininde kağıttan gemiler
ufkun gerisinde aşk kesiği rüzgârlar
gün boyu keder dalgalarını ırgalayan mevsim
senin adın - güneş yutan dev- olsun
gündelikçi bulutların deviniminde gri gözyaşları
yıkıl/ma/sın gökler / __
pare pare dökül/me/sin bulutlar / __
bükül/me/sin boynu leylâkların / __
'vefa'nın umuru/nda! /