Aynur Uluç Şiirleri - Şair Aynur Uluç

Aynur Uluç

tuval gökyüzü, fırçaysa sesler
savaş fışkırıyor kulaklarımdan
düğüm oluyor kalbin
kalbin evim oluyor
sağılmış duvarlarda sünüyor aklım
ısınıyorum gebe sancıya

Devamını Oku
Aynur Uluç

“Aşk dediğin haram olan şiirlerle” kesişti yolum. İçimizde bunca yıldır birikmiş dertleri, içimizden birisinin bu kadar inceden dile getirdiğini gördükçe sevinçle buluştum her dizesiyle. Her gün farklı yerlerden okumayı düşündüm “haramtaşkir” izleri. Bir gün “bahçe” üzerinden bir gün “aşk”, bir gün “ev” üzerinden bir gün “anne”. Ama önce.... Ama önce ateş üzerinden, su üzerinden okudum her birisini. Madem “suların mezarı yoktu ” döndüm okudum, durdum okudum. Dokundum ateş altından, su üstünden.

Yaptığımız ilk seçim nedeniyle ateşten ve haramsudan yanaydık” ama “yine de bir cevap vardı sorulacak”. Sorularda sönmüş cevapları yaka yaka, cevaplarda suyu yeniden ısıtan sorulara aka aka dolandım dışından, içinden.

Anadolu kültüründe bilirsiniz ateşe su dökmek günahtır. Ateşe su dökmeme inceliğinde akarken Sivas’ta hâlâ içimizde yanan ateşe neden bir türlü su dökülemediğini, suyun neden hâlâ geciktiğini, geciktirildiğini sorgulayan şiirlerde durdum düşündüm.

Devamını Oku
Aynur Uluç

Kardeşim, yolda giderken bir anda durakladı. Usul usul kaçırdığımız hayatın kolundan tutup çeken bir sesle, “Abla” dedi.

“ Gökkuşağına bak! ”

Kaldırdım başımı ve simsiyah cam binaya hınzırca gülümseyerek vurmuş gökkuşağı renklerine binmiş buldum kendimi..Tam o noktada kıpırdamadan durmaya başladık. Dondurulmuş da, içinde insanların hareket etmeyi sürdürdüğü bir film şeridi gibiydi, Kadıköy…

Devamını Oku
Aynur Uluç

Sürprizlerle gelen günleri seviyorum. Hele bir şeyleri artık öyle değil, böyle yapmaya karar verdiğimiz zamanlarda, bize akla gelmeyen bambaşka yaklaşımlar sunan günleri daha da çok. Yaşamda böylesi günlerin varlığı, yenilerinin de olabilme ihtimalini müjdeliyor çünkü bir yanıyla. Sürprizler, yeni yaklaşımlara olan hevesli açlığımızı sembolize ediyor.

'Okuyucu olmak ciddi iştir' diye düşünüp bu konuda bazı sonuçlar çıkarmıştım kendime. Düşündüm ki; bir kitap okunduğunda onun içindekileri beynine yerleştirmek gerek. Ve buna yardımcı olması adına, bazı satırların altını çizip, yanına çiziktirmeli cümlelerin çağrıştırdığı birikimleri. Öyleyse ilk koşul; kitap kendimizin olmalı.

İşte bu düşüncelerle yoğunlaşmışken aklıma Nietzche geldi. Diyordu ki 'Yeni bir kitap, yeni bir yaklaşım getiremiyorsa onun iyiliğinden nasıl söz edilebilir? '

Devamını Oku
Aynur Uluç

'Onyedi ağustosları unutmamak ve yenilerini yaşamamak umuduyla'


Siyahtı gece
Siyahtı kadın
Siyahtı irin

Devamını Oku
Aynur Uluç

Şöyle bir soru sorsam: “Siz, hiç bir kişinin hayatını ellerinizde tuttunuz mu? ” Onun yaşam akışının sizin tek bir doğru davranışınıza bağlı olduğunu düşünüp, çaresizlikle kıvrandığınız olmadı mı hiç? Bu kişi hele çocuğunuz olsa, geleceğe dair umutlarınız olsa, yarınların simgesi olsa sizin için. Şimdiye dek böyle bir durumda kalmadınızsa; bu, kalmayacağınız anlamına gelmiyor.

Hepimizin kendini güvende hissetmeye ihtiyacı vardır. Bu nedenle içinde bulunduğumuz durumun hep süreceğine dair bir inanış geliştirdiğimiz görülür, genelde. Hep o andaki kadar sağlıklı, hep o andaki kadar sevdiklerimiz ile birlikte olacağımıza inanmak isteriz. Bu insanca bir istektir elbette, insanca bir güven talebi. Ancak mevcut durumun her zaman o şekilde süreceğine öyle kaptırırız ki kendimizi, böyle sürmesi için bir şeyler de yapmak gerektiğini unutuveririz. Yaşam akıp giderken aslında varlığını unuttuğumuz şey, nedir peki?

Bilgi.

Devamını Oku
Aynur Uluç

Yüzünde şehir taşıyan
Saçında
Yanan denizin kızıllığını
Gözlerinden ne saldığını hiç anlatmayım
Söylemeyim kopardığı dalgayı

Devamını Oku
Aynur Uluç

Sızıyor iliğinden peltesi
Sızıyor fayanstan kan tadı
Çengel çengel yüreğimde nefesin
Haresinde karanlıklar kılıcı

On iki ayda büyüttüm seni yunusum

Devamını Oku
Aynur Uluç

Karşın Dergisi, bu ay üç sayı birden yayımladı. Ancak bir tanesinde uzun süredir merakla beklemekte olduğum bir dosyası vardı Karşın’ın. Sait Faik’in Sinağrit Baba isimli hikâyesi dosya konusu yapılacaktı. Bu konuda yazılar biriktiriliyordu aylardır ancak her zaman dergilerin yaptığı gibi sadece belli kalemlerin yazıları oluşturmayacaktı bu dosyayı. Hikâyeyi okuyan herkes kendi içinde bu hikâyenin nereye düştüğünü, orada nelere dönüştüğünü anlatabilecekti. Sinağrit Baba hikâyesinin, buna imkân veren çok katmanlı yapısıyla farklı insanların kendisinde farklı yerleri yakalamasına uygun bir örgüsü var zaten. Bu unsur, farklı bakışların hikâye hakkında neler düşüneceği, hikâyenin nerelerden çoğalacağı konusunda merak unsurunu harekete geçiriyor. Dergiyi elime aldığımda atmış sayfalık bir dosya beni bekliyordu.

İlk dikkatimi çeken yazı, hikâyeye anlam zenginliği verecek şekilde kaldığı yerden sürdüren Feyza Hepçilingirler’in öyküyazısı oldu. Sait Faik’te olumsuz biten bir finâli yeniden hayata döndürmenin, hem de olumlu bir yerden yaşam çemberine dahil etmenin öyküsünü okumak, o finâl gerçekten de öyle bitmiş gibi bir gülümseme refleksi uyandırdı bende. Bir öykünün finâli belki de bizi rahatlatmamalı, içimizde bitirilmemiş bir hesap durumu ile kalakalmalıyız ki o yumruk bir şeylere dönüşsün diye de düşünmekten kendimi alamadım bir yandan da. Sonra, orijinal hikâyenin Kürtçe çevirisine göz attım. O dili bilmememe rağmen harflerin içinden anlayacağım sözcükleri yakalamak ister gibi Türkçe’yle benzer sözcükler bulma oyunu oynarken gözlerim, dilim de bir yandan kuvvetle muhtemel ki sözcüklerin telâffuzu konusunda yakıştırmalar ve tahminler yapmaktan öteye gidemese de bilmediği dil üzerinden sesli okumalar yapmaya başladı. Sonra, hikâyenin İngilizce’ye çevrilebilme noktasından hareketle kaleme alınmış Ali Tartanoğlu’nun yazısını okudum. Bu yazıda ilgimi çeken şey, bir dilin damarını başka dile akıtmanın zorlukları hatta bazen mümkünsüzlükleri kadar ve de o çeviriyi hangi ülkenin kişilerinin yapması gerektiği sorgusu kadar, bir derginin genel yayın yönetmeninin kendisine yapılan bir eleştiriyi sansüre uğratmadan dergisinde yayımlaması idi. Dosya içindeki yazılardan Hande Baba’nın Sinağrit Baba’ya hitapla yazdığı mektubunda ona sorduğu can alıcı bir soru var. “Acaba sen de kendinle hesaplaşmış mıydın? Bu metinde bulamadığım tek şey kendini sorgulamandı.” sorusu.

Bu hikâyede Sait Faik, hayattaki sınav noktalarına ilgi düşürecek bir finâl kurar. Hayatta zorluklar karşısında hiç sınanmamış bir karakterin, özünde de göründüğü özellikleri taşıyor olduğunu farzetmek, kendisi ve çevresi için yanılmaya zemin yaratır, der. Asıl kaptanlığın sütliman havada değil, fırtınada gemiyi kullanabilmek olduğuna mercek tutar. Bu hikâye zorlu noktaları görünür kılar. Sorular sorar içinde ve okuyucusuna sordurtur. İşte bu sorular, birbiri içinde çözümlemelerle yol alıyor Cumhur Boratav’ın yazısında. Sinağrit Baba’yı neredeyse psikanalitik yöntemlerle incelemeye almış ve buradan yetenekleri gelişkin özel bir karakterin perde arkasında kalan pek çok durumuna büyüteç tutmuş. Toplumdan farklı bir zekânın yalnızlığını ve bunun neden sonuç ilişkilerini sorgulamış. Bu anlamda, incelemeye meraklı bir okuyucu olarak doyurucu bulduğum yazılardan birisi oldu bu yorum. Diğeri ise Kemâl Gündüzalp’e ait. Kemâl bey, hikâyenin simgeleştirdiği tiplemelerle toplumdaki farklı kişilerin arasındaki bağı daha da netleştirmiş okuyucu gözünde. Ve bu hikâyenin edebiyat tarihi içindeki yerini incelemesi de önemli bir nokta, bana göre.

Devamını Oku
Aynur Uluç

kabuk bağlamış gelincik damarları
gövdesi
kurumuş kan

yüzünde tebessüm, o derin yazdan
tebessümünde hüzün binlerce yaza

Devamını Oku