biliyorum
Malgaca uzun yürüyüş
sonuna dek giden olmuş mu
göğünü son düzlükte göğüsleyen
madalya diye
bu işin başı bozuk
kolları ırak
bir dostluk canım kalmış
iyi biliyor
asıldıkça asılıyor
Sesinin neresine dalsam
ilk yaz kuşlarını kıskandıran şırıltı
her fiskesi ipek
be kadın
öyle bir kaftan diktin ki geceliğime
az önce rahmetli oldu adam
bahardır;
bir söğüt çeker dalını
bin ötüşlü bülbül olsan
içeri almaz kanatlarını
düşüp kalırsın önünde
perde kapanır.
yeni çağda delilik
bahara iliklidir
anafor geçişli
deniz eğimli
elleri her çocuğa meme emzirir
ekmek adresli ki
bir sabahın dümeninden tutup
sulara el açtık; bilirsin
göğe taşıdık avuçlarımızda tüm yaradılmışları
içinde küçük harfli sular
zor çıkılan bir zamanın cindoruğunda
kazığından boşandı gökyüzü
* Ne denli de bozukmuş kalemin gözü. Ne doktorlara gösterdim, ne gözlükler denedim; hepsi boş. On yıldır yürür şu sayfaları henüz rahat bir yol bulamadı.
* Dünyanın en güzel sesleri dünyanın en büyük yarışmasına girdiler: Çocuk sesini geçen olmadı.
* Ey dünya! Senin akşamın buysa, sabahın lâzım değil.
Bir toplumda bütün kapılar mezarlığa taşınmışsa, yatak odasına nerden gidilir?
Gül kuruyunca toz, bahar kuruyunca yaz olur.
Zeytinin güzeli göze, gazelin güzeli güze yakışır.
Günümüzde hegemonya en çok da “söz” üzerinden üretilir.
Kontrolün dolaylı oluşu, tikel ve toplumsal algı önünde sisli- puslu bir ara bölge yaratarak gerçek ve korkunç yüzünün hemencecik görülemeyişinin getirdiği rahatlık, olgunun her koşulda yüzlerce, binlerce kez yinelenmesinin yolunu açar.
Despotik zamanların yasaklanan sözcükleri sizlere de bir şeyler anımsatmıyor mu? Sanki bugün bile birçok edebi yapıttan, yaşamın içinden birçok sözcük kovulmamış mıdır? Sözcüklerin ideoloji taşıyan enstrümanlar olduğunu bundan güzel ne açıklayabilir ki!
ağır bir ata binmiştin
kanatları rahvan
kaz tüyünden umutlarla düştüm peşine
bütün aksak makamları iftiharla geçmiştim
güvenim tamdı
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!