çalıntı çağlayanlarınız vardı
şiir cümbüşlerinde dökünmek için.
mısır püskülünden purolar
sarıp sarıp üstüne sayrılıkların
nasıl da silerdiniz acıların göğünü.
güneş gibi ışıldak
araya oturuyor
akşam orasına
güneşi batırıyor aklınca
her zaman da gizlendiğim girdaba
bu yüzden bütün sobelerim BeBeCe!
Hangi çığlıktan boşaldı bu güz!
bağırtısı kılıç- kalkan
kan göçüren yarası!
Hani ağıtsal anılar olmayacaktı!
koynumuz gülme doluydu
bir gülücük kaç kucağa açılır
kaç deryaya yelken doldurur
hangi atlaslara telek düğünü
kaç bakışa çeyiz düzdürür
ki, gerdeği kumru koynu
al işte sakla sol yanına bohçala
kim soydu bu geceyi
düşmüş de ortaya tiril tiril
barınak aramakta bedenine
safi küçük harflerden döşenmiş bir yol
duruyor da yanında
etmiyor davet
senin gözün göz değil
mavi selamı
kirpiklerin yazar boyuna
kaşların zarfa koyar
adresi de ben
sokağımı kaçırsam
bir yaşım da benim olmalı
dişleri nar tanesi
perçemi şeftali tüyü
parmaklarını geçirip acının dişlerine
kökünden koparmalı
akşamın kıyısında durunca kavak söğüt
bir çocuk kopuyor meme ucundan
düşer gibi ham erik
çıkar gibi soluk
el ayasından
bir dünya kuruyor zeytin dalında
varoş ya da Gazze
kanatlarımı üstünüzden çekeceğim
vakitsiz kurudular
şimdi bütün gövdem
yer çekimine umutsuzca direnen
kül dalı
uzaktayım
bir martı boyu alarga
iğde gölgesinden halı
zeytin salınmasından fiyaka
geliyorum iki mavi arasından
varıyorum dudak sıcaklığına
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!