123.
kutuplarda antilop terbiyecisi kadar yoğunum
mars'ta yaşam belirtisi ihtimali kadar mutlu
en büyük eğlencemdir altı yaşımdan beri
histerik gözlerimi devirip gökyüzüne
kayan yıldızların yerine yenilerini hayal ederim
124.
Sebep olduğum yaraları iyileştirmeye gücüm yetmez
zorum kendi aklımla bedenime sığmıyor ruhum
ama istersen giderayak son bir kıyak yapabilirim
katolik devlet hastanesinde tanıdığım çok iyi bir zangoç var
Bulut kadehe daha çok yakışmaz mı?
Gökyüzü tabağa
Apostol çoktan ölmüştür
Burası Bomonti
Dilimizde yarin ismi
Elimizde kısa parlament
275.
Beş yaşımdan beri (ya da yaşından bilemedim şimdi) etrafımda olup biten her şeye şaşırmaktan aklını kaybeden ben... -tam burada uçak uçuyor kısa bir es verin lütfen-
Ha ne diyordum olup biten her şeye şaşan ben, hiçbir şeye şaşıramaz oldum artık. Sevdiğim ata binip gelse şimdi kapıma, hoş geldin der kahve suyu koyarım, o derece mallaştım. Bana göre mallaşmaktan, anneme göre evlenmemekten, babama göre kafam karışık, Veysel'e göre... Ya Veysel çok da siklemez beni. Neyse...
Bir Melek var biliyor musunuz? Bir Melek var. Kızar şimdi neyse...
Üzülüyorum ya ben her şeye. Ota, böceğe, çiçeğe (insan hariç) , çocuklar dahil. Canımın sıkıldığı yerde, bir daire çiziyorum kendime oyuncaklarımdan. Ama bir şey eksik, taa bebeliğimden beri hep bir şey eksik hep bir şey eksik hep...
Kafan mı daha karışık saçların mı? Dedi bir adam bu akşam. Sustum öyle, bilemedim ne versem cevap!
276.
-Bir insanı gerçekten tanımanın tek yolu, sarhoşken ata bindirip zorla kitap okutmaya çalışırken kafasına silah dayayıp konuşmasını istemektir. Tabi uçan bir ata. Pegasus gibi!
-Ama bu imkansız.
-Evet. Onu diyorum ben de. Bu imkansız..."
"Arthur Schopenhauer Aslında Fena Adam Degildi"
277.
Sevdikleriyle sınanır insan. Yaşarken. Ve biriktirdikleriyle dağlanacak. Ölünce...
278.
Ben içimdeki karayı silme telaşındayım
Sen gönlünün pembesine kat çekme derdindesin...
279.
Başka zamanlar neyse de
Bari yağmur yağarken yanında olsam...
Ortada kocaman bir sıkıntı vardı. Yaklaşık iki saattir tek kelime konuşmamışlardı ve iki gün daha konuşmamaları için gereken bütün koşullar oluşmuştu. Adam canı sıkılan bir adamın canının sıkıntısını belli edebileceği her şeyi yaptı. Amaçsızca salonda dolaştı, telefonu alıp hiç gelmemiş mesajları sildi. Bir ara viledayı kavrayıp mutfağın fayanslarını silmeye girişti, ama çok kısa süre sonra viledanın sapını bacaklarının arasından geçirip uçan süpürge muamelesi yaptığını farkedince süratle bundan vazgeçti. Üst üste sigara yaktı, hiçbirini sonuna kadar içmedi. Galiba sigara içmekten çok sigara yakmak istiyordu canı. Sonra eline bir kitap aldı. Ama yaklaşık yirmi dakikadır önsözü okuyordu ve bunun da can sıkıntısını gidermeyeceği çok ortadaydı.. Bütün bu süre boyunca kadın sadece ojeleriyle ilgilendi. Tırnaklarına Rönesans dönemi kilise freski özeni göstererek yavaş ve dairesel hareketlerle saatlerce oje sürdü. Güneş batmak üzereydi. Adam balkona çıktı. Betona bağdaş kurup sözlerini bilmediği eski bir Deep Purple şarkısı mırıldanmaya başladı. Tam o sırada içerden kadının sesi geldi.
Kadın: Çay içer misin?
Adam: İçerim.
Kadın: Film de almıştım gelirken izleyelim mi?
Adam: Olur.
Anlaşılan, oje seramonisi bitmişti. Adamın canı hala çok sıkılıyordu. Çay içmek istemiyordu aslında, film izlemek de istemiyordu. Ama böyle şeyler söylenmezdi. Sabaha kadar balkonda oturup bilmediği dillerde sözlerini bilmediği şarkılar mırıldanıp peş peşe sigara yakmak dışında hiçbir şey istemiyordu. Ama o kadar özgür değildi. Yavaşça doğruldu yerinden. Mutfakta kadınla göz göze geldiler. Kadın gülümsedi, adam karşılık verdi. Sonra çay suyu koydu kadın, adam da Dvd'yi açıp filmi yerleştirdi. Çay içip, film izlemeye başladılar. Sonra kadın usulca adama sokulup battaniye ile üzerlerini örttü. Başka zaman olsa muhtemelen sevişirlerdi. Ama ortada kocaman bir sıkıntı vardı ve kimsenin bunu dillendirmeye cesareti yoktu. Filmin ortalarına doğru kadının nefes alış ritmi standartlaştı ve adam onun uyuduğunu anladı. Uyandırmamak için azami çaba göstererek çekyattan ayrıldı. Kadın mırıldanarak ve adamdan kalan boşluğa gövdesini iyice yayarak uyumaya devam etti. Adam balkona çıktı. Betona bağdaş kurup biraz önce mırıldandığı ve sözlerini bilmediği Deep Purple şarkısını hatırlamaya çalıştı. Çok uğraştı ama bu kez melodiyi bile çıkartamadı. Olsun dedi kendi kendine, Orhan Gencebay'da olur...
280.
Tamamen kafayı yemediysem eğer, yağmurdan...
Küçükken, deli olurdum yağmur yağdığı zaman. Hemen kendimi dışarı atıp, damlaların altında salak salak dolaşmak en büyük eğlencemdi. Ama annem neredeyse hiç izin vermezdi buna. O zamanlar çamaşır makinemiz yoktu ve annem için benim dışarı çıkmam ekstra ıslak ve çamurlu kıyafetler demekti. Gökgürültüsünü her duyduğumda Pavlov'un iti gibi koşullanır, kudurmuş bir şartlı refleksle bir cama koşar bir anneme yalvarırdım. Sonuçta izin alamayınca da camın önüne tüneyip boynumu büker, ağlamaklı gözlerle dinene kadar yağmuru seyrederdim... Neydi beni her yağmurda büyüleyerek dışarı çeken? Hiç bilmiyorum...




-
Ömer Tuğrap Konak
Tüm Yorumlarfcgyjntyhthy