“Keşke bir gemide olsak” dedi. “Nereye gittiğimizi bilmeden denizin sonsuz maviliğinde kaybolsak. Başbaşa..” “Peki gemiyi kim kullanacak? Ne yiyip ne içeceğiz? Bu geminin mazotu hiç mi bitmeyecek? ” gibi mantık dışı sorularla kafasını kucalamak istemedim. Gemiye binmekten pek hoşlandığım söylenemezdi, ama gemiye binmemeyi seviyorum da diyemezdim. Bir süre kelime aradım. Sonra ‘keşke’ dedim. Çok sevdim keşkeyi, Yalan söylemiş olmazsın keşke dediğinde. Söylememiş de olmazsın. Hatta bir şey söylemiş bile olmazsın. Ama söylemişsindir de bir taraftan. Baştan savar bir temenniyle ağır başlı bir istek arasında nazlı nazlı salınan sihirli bir sözcük gibiydi keşke. “Sikeyim gemisini, gel şurada birer oralet içip hiç konuşmadan gelip geçen insanlara bakalım” dedim sonra. Demez olaydım. Benimle hayal kurulmazmış. O an karar verdim, artık keşkeden başka laf etmeyecektim. “Ben gidiyorum” dedi. “Keşke” dedim. Kalsaydı yine keşke diyecektim. Anlamlı olup olmaması umurumda değildi. Çünkü anlamıştım, karşımızdaki insanlar, hatta en sevgililerimiz bile hayallerine yancı arıyorlardı sadece. Gemide de oralet içebiliriz deyip kalbimi fethedebilirdi isteseydi. Aklına bile gelmedi. Gelseydi. Keşke..
Kimse kimseye bağırmasın yapmasın bunu kimse kimseye
Babam anneme bağırmasın annem bana bağırmasın
Ben kuşa bağırmayayım kimse kimseye bağırmasın
Allah’ı rüyamda gördüm ben valla bak çok ışıklıydı
Uyandım sonra dedim baba anneme bağırma
Ben Allah’ı gördüm rüyamda bana hiç bağırmadı
Galiba o şarkıyı dinlerken ağlamalıydık beceremedik
Şimdi gözevlerimiz dolu nereye akıtacağımızı şaşırıyoruz
Kırılmışlığımızın ortasında irtifa kaybedeceğimi bilmesem
Saç tellerinden kapsülle zaman yolculuğu yapıp
Bir kez daha demek için kalkıp geçmişe gelirim
Ama söylediğin gibi geç kalmak için bile çok geç
Kış da bitti;
Bürünüp baharlık hüzünlere
Kendimize yanlarında bir bedenlik yer açtığımız
Kim varsa çoktan gitti, geride sıcaklığını bırakıp..
Kış da bitti;
Şeytan Ortadoğu'da aşkım işi başından aşkın
Gel biz girelim günaha sonra tövbe ederiz
Yavaş yavaş dağılırken kanımızda rakı
Kanımca bizden haklı hiç kimse yok
Hakedilmiş bir sevişme nasıl da kıymetli
-ki solculuk yıllarımdan kalma alışkanlıktır
1.Okumama hakkı
2.Sayfa atlama hakkı
3.Bir kitabı bitirmeme hakkı
4.Tekrar okuma hakkı
5.Canının istediğini okuma hakkı
6."Bovarizm"hakkı
Onunlayken öğrendiği her şeyi unutmaya başladığını fark etti. Onunla birlikteyken bildiği şeyleri de unutuyordu ve onun yanındayken bilemediği pek çok şeyi sonradan da bilemedi. Düşünceleri ile davranışlarını birbirine uyduran görünmez bağ, onun gidişiyle birlikte kopmuştu sanki. O zamanlar düşünmeden davranıyordu artık davranmadan düşünmeye başladı. Bir taraftan da süratle unuttuğu için bildiklerini bu davranışsız düşünme acınacak bir noktaya gelmişti. Ve ne yazık ki insan neyi düşünmek istemezse onu daha çok düşünüyordu. Örneğin koalaların karınlarını nasıl doyurduklarını düşünmeyi yasaklamıştı kendine ama o andan itibaren başka bir şey düşünemediğini gördü.O aptal hayvanlar zihninden çıkmıyordu artık. Bütün meselelerin çözümü koalaların düşünülmemesine bağlıydı, eğer koalaları düşünmeden bir saat geçirebilirse hayatında ters giden her şey düzelecekti, o geri dönecekti mesela.. içkiyi azaltacak,sigarayı bırakacak, yeniden insan arasına çıkacak, kaybettiği kiloları hızla geri alacak, tekrar gülmeye başlayacaktı. Bütün iş o hayvanları zihninden uzaklaştırabilmekteydi. Ama olmuyordu bir türlü. Başka şeyler düşünmeye başladığı zamanlarda bile birden ağacın birine sarılmış bütün geri zekalılığıyla şaşkın şaşkın bakarak ne olduğu belli olmayan yaprakları kemiren o lanet hayvanın görüntüsü beliriveriyordu zihninin derinlerinde. Bu zihninin derinleri lafı da ne kadar sevimsiz. Sanki üç boyutlu bir şeymiş gibi. Bir de altı-üstü oluyor bunların.. Bilinç altı, bilinç üstü, bilinç ortası..Ne çok biliyorlar, her şeyden de haberleri var. Şaşmaz hesaplama yöntemleriyle üçe bölmüşler zihnimizi şu köşe alt köşesi şu köşe üst köşesi ortada okaliptus ağacı.. Evet evet, o ağacın yaprağını yer koalalar. Nasıl bir ağaçsa, ağaç hakkında bilgisi yok ama koalaların yapraklarını kemirdiği kesin. İnsan zannedildiği gibi aynı anda pek çok şeyi düşünemez, iki şeyi bile aynı anda düşünemez, bu mümkün değil. Ama iki düşünce arasındaki geçiş çok hızlı olduğundan bazen aynı anda pek çok şeyi düşündüğü yanılsamasına kapılabilir.Saniyede üçyüzbin kilometre hızla eski sevgilimizden koalalara geçebiliriz mesela ama aynı anda eski sevgilimizi ve koalaları düşünemeyiz. Bu teknik olarak imkansız, tabi bir koalaya aşık değilsek ve daha sonra aşık olduğumuz koala tarafından terk edilmediysek.. Davranmadan düşünmeye başlamıştı artık ve düşünceler dışardan gözlenemediği için hiçbir şey yapmıyor izlenimi veriyordu etrafındakilere. Yakınları endişelenmeye başlamıştı ama o bunu çok umursamıyordu. Bildiği her şeyi unutmaya başlamıştı. Bilmediklerini de bundan sonra hiç öğrenemeyecekti. Günün büyük kısmında çekyatın üzerinde oturup gözleri yarı aralık çıplak duvara bakıyordu sadece. Aslında büyük bir mücadele içindeydi ama dışardan anlaşılamıyordu. Problemin kaynağını bulmuştu. Lanet koalaları düşünmeden bir saat geçirebildiğinde her şeyin yoluna gireceğinden de emindi. Ama.. Sahi koalalar o ağaçtan hiç inmezler mi?
Göğün altındayız hepimiz ne kadar rezil olabiliriz
En masumumuz bir kaç kere babasını
öldürmek istemişken
Özür dilenen dileyeni affetmese de anlasın
Hatta anlasın sadece gerekirse affetmesin
Göğün altındayız hepimiz kıçımız ne kadar kalkabilir
Belki kuşlara gidiyorum nereden biliyorsunuz?
artık tren uğramayan metruk banliyö garında
annemi bekliyorum montumun fermuarını çeksin diye
belki uçmayı biliyorum ben ne malum
ağlıyorum diye şimdi üzgün müyüm sanıyorsunuz?
biliyor musunuz ben aslında uçuruma yazgılıyım
Birbirimize soracağımız o kadar çok soru, konuşmamız gereken o kadar çok konu vardı ki biz çareyi susmakta bulmuştuk. Hem korkuyorduk da, göz göze geldiğimiz birkaç saniyeden anladığım kadarıyla. “Benim sorularıma cevap verir de sıra ona gelirse? ” korkusu vardı üstümüzde muhtemelen. Ya da sadece bende vardı, onu dahil etmeden. Zaten hiç anlayamamışımdır gözlerini, ya onlar yalan söyler ya da ben gerçeklerden kaçıp yalanlara sığınırım. Onun için sadece bende vardı herhalde bu korku, yıllar öncesinden miras kalmıştı hem de. Rakamların yerini harflerin aldığı bir matematik dersinde ilk kez “anlamadım” dedim, ömrümde ilk kez anlamak istediğim halde anlamadığımı birisi anlasın istedim, anlamadı. “Nesi var bunun anlaşılmayacak, gel tahtaya” dedi, gittim. Orda da anlamadım; oturmak ya da ayakta olmak değildi bunun nedeni, ben harflerle matematiği bağdaştıramamıştım, anlamamıştım. O günden sonra vazgeçtim anlamadıklarımı sormaktan. Nasılsa “o” anlardı, ona inanır, aldanırdım. Anlamadığım anlaşılmasındı, aldanmaya razıydım.
“Şehre mega hafıza uzmanı gelmiş, konferanslar verecekmiş, duydun mu? ”
dedi, evet gerçekten söyledi bunu. Onca sorunun, geçen onca zamanın muhasebesi bitmişti, maga hafıza uzmanından konuşalım istiyordu.




-
Ömer Tuğrap Konak
Tüm Yorumlarfcgyjntyhthy