Yüz bilmem kaç bin kelime var Türkçede. Ve içlerinde en çok benimsediğim ikisi "hayal kırıklığı". Orta büyüklükte iki kelimeden oluşan bu söz öbeği kişisel tarihimi bir çırpıda özetliyor sanki.Hayalle başlayan her şey kırılır ve biter.. Hayal ve kırılma; varlık ve yokluk gibi diyalektik dengenin birer tezahürüdür aslında. Bütün hikayelerimiz hayalle başlar. Hayaller güzeldir. İnsan kötü hayaller kurmaz. Gerçek denilen sıkıcılığa tabi değildir onlar. Ama ölü doğarlar çoğu zaman. Ya da çok çabuk ölürler.. Bir kaç yıldır "Hayal kırıklıkları kitabı" kurguluyordum kafamda. Ufak ufak notlar almaya başlamıştım bile. Ama yakın zaman önce öğrendim ki Avusturya'lı bir kadın yazar benden çok önce bir kitap yazmış. Adı da "Hayal kırıklıkları kitabı".. Sonuç ne mi oldu? Can sıkıntısı, çöpe atılan notlar ve kocaman bir hayal kırıklığı..
Hayat gerçekten garip. Biz de en az hayat kadar.. Sıradan, kıpırtısız geçen birgün bile kendi içinde öyle çok çelişiyor ki. Dokuz gibi uyandım sabah. Kahvaltı yapmadan çıktım evden her zamanki gibi. Mahalle kahvesine gittim ve yaş ortalaması elli olan bir masada saatlerce okey oynadım. Bir ara hayat kırmızı yediliden ibaretti. Son eldi, kırk sayı kadar gerideydim ve kırmızı yedili okeydi. Tek taşa kalmıştım ara taşıydı beklediğim taş (sarı altılı) ve ikisi de çıkmıştı. Sadece kırmızı yediliye açabilecektim ama gelmedi. Üç oyun üst üste kaybedip çıktım kahveden. Saat üçe geliyordu cafeye gittim kitap okumak için. Yusuf Atılgan'ın aylak adamı bilmem kaçıncı kez elimdeydi. Bir ara tuvalete kalktım döndüğümde garson kızın göz ucuyla kitabı incelediğini farkettim ve sesimi çıkarmadan izledim bir süre. Sonra masama döndüm kız özür diledi ben de önemli olmadığını Yusuf Atılgan'ı tanıyıp tanımadığını sordum. Okumadığını ama çok duyduğunu söyledi. İsterse bitirince verebileceğimi söyledim, biter mi bugün dedi, gülümsedim. Daha önce bilmem kaç kere okuduğumu söylemedim tabi. Biter dedim, ince zaten. Okumaya başladım açık limonlu çay getirdi bu arada ve adisyona yazmadı. Jeste jestle karşılık vermek istedi galiba. Ya da yazmayı unuttu bilemedim şimdi. Neyse bitirdim kitabı verdim teşekkür etti ve bana Battaile okuyup okumadığımı sordu. Küçük bir şok yaşadım. Eskişehir'de benden başka okuyan olmadığını zannederdim hep birinin ondan bahsetmesi çok şaşırttı beni. Okudum dedim heyecanla sen okudun mu? Hayır dedi, okumadım ama bir dergide okumuştum onun kötülük tasnifi Yusuf Atılgan'ı çok etkilemiş. Öyle hoşuma gitti ki.. Galiba insanlardan umudumu kesmek için biraz aceleci davranıyorum umulmadık yerlerde yaşam belirtileri çıkıyor böyle karşıma. Vedalaşıp ayrıldıktan sonra Ömür'ün yanına gittim. Şehirdeki en eski arkadaşım.. Dünya tatlısı kızıyla oynadık biraz. Sonra eşinden de izin alıp Bomantiye gittik. En son..... ile gitmiştik oraya ve kısa bir süre sonra da görüşmemeye başlamıştık. Önünden geçerken bile içim titriyordu düne kadar ama öyle gidiverdik işte birden. Nasıl olduğunu bile anlamadım. Başta burulur gibi oldum ama müzikle birlikte dağıldı burukluğum. Zannettiğim kadar kötü hissetmedim kendimi, evet orada hiç özlemediğim kadar özlediğimi farkettim ama bunun da sevdaya dahil olduğunu düşünüp orada geçirdiğimiz o bir kaç güzel saati gülümseyerek hatırladım. Sonra benden konuşmaya başladık On beş yıllık arkadaşım o kadar şaşırttı ki beni.. Kırk yıllık bir psikiyatrist gibi benimle ilgili analitik çözümlemeler yapmaya başladı. Ve söylediği her şeyde haklıydı. Kendimi çok karmaşık zannederdim, oysa beş on dakika içinde asıl sorunun ne olduğunu seriverdi önüme. Araya şarkılar girdi sonra, ne dert kalır ne hüzün dedik doymadım sana ağlarım dedik v.s. Kemancı abi "o" nu sordu. Hoca dedi geçen bir kızla gelmiştin nerede gibi bir şeyler söyledi. Genelde kardeşimle gittiğim için oraya yanımdaki kız onun da dikkatini çekmiş sanırım. Evde dedim, yok artık o diyemedim.. Ona içlendim biraz sonra Ömür yine bana döndü. Yanlış yaptığımdan hayatımı kendi kendime karmaşıklaştırdığımdan, insanları kendimden uzaklaştırmak için elimden geleni yaptığımıdan falan bahsetti. Yine haklıydı. Benim gerizekalı arkadaşım belki de hayatı boyunca bu kadar uzun saat haklı olmamıştı hiç. Evet bu akşam ne söylediyse haklıydı.. Sonra kahvelerimizi içtik ve kalktık. Bebeği(melis) ve eşini aldık önce evden. Biraz daha Melisle oynadım ve bir kez daha çocuk duyarlılığına hayran olup eve geldim. Yeterince içmedim sanırım gözüm parkta. Bayi kapanmadan bir şişe şarap alıp parka gitmek niyetindeyim.. Bakalım.. Neyse, öyle işte hayat gerçekten garip.. Nasıl olacak bilmiyorum.. Bakalım...
Bütün hayallerimi gülünç duruma düşürdük. El birliğiyle rezil ettik hepsini, herkes işinin başına dönebilir artık. Kim girdiyse hayatıma üstüne düşeni fazlasıyla yerine getirdi. Hepsi rolünü eksiksiz oynadı. Gerçekleşmesi beklenen hayal kalmadı artık, herhangi bir beklenti de söz konusu değil. İnadımdan da vazgeçtim ayak diremekten de.İnsanlarla iligili bütün talep ve iyi niyetlerimi toprağa gömdüm. İstediğiniz "marul adam" pozisyonunu aldım. Psikobilmemnelerimi filan düşünüp kaygılanmaya kalkmasın sakın kimse, hayal de yok artık kırıklığı da.. Sadece dvd sini alıp gazetesini almamama rağmen bir buçuk yıldır ısrarla gazetenin de parasını alan ve beni bu durumu fark etmeyecek kadar geri zekalı zanneden sevgili mahalle bakkalım; oynadığımız bütün okey oyunlarında ısrarla taşın altına bakan ve hep inkar eden muhterem Faik abim; kinder sürpriz yumurta aldığım zamanlarda beni öpücüklere boğan eli boş geldiğimde ise yüzüme bakmayan komşumuzun oğlu minik Efe; yemekhaneye her indiğimde halini hatırını sormama rağmen sevdiğim yemeklerden azar azar sevmediğim yemeklerden bol bol koyan değerli ustam; her fırsatta bana olan sevgi ve saygısını dile getirmesine rağmen okul tarihinin en rezil ders programıyla yıllar yılı beni okulda ağaç eden saygıdeğer okul müdürüm; beni çok çok sevdiğini söylediği günün akşamı başka birini çok çok çok sevdiğini fark edip ayrılmak istediğini belirten eski "canım sevgilim"; başka bir gerekçeyle alıp başını giden bir önceki eski "canım sevgilim"; benim alıp başımı gitmem için elinden geleni yapıp başarılı olan daha daha önceki eski sevgilim; özellikle maaş günleri en sevdiğim yemekleri yapan sevgili annem; ne zaman canı sıkkın olsa beni içmeye çağıran ama benim ne zaman canım sıkkın olsa her defasında içme teklifimi inatla reddeden can dostum İlker..Ve diğerleri... Hepinize sonsuz teşekkürlerimi sunmayı borç bilirim. Sizler olmasaydınız eğer kıçımın kalkması ve kendimi bir halt zannetmem kaçınılmaz olurdu. Sayenizde burnum sürttü kendi gerçeğimle yüzleştim. Artık isteseniz bile egomu ayağa kaldıramazsınız. Hiçbirinize kızgın değilim, üzgün filan da değilim. Şaşkınım belki bu kadar geç idrak ettiğim için, ama bu da sizi şaşırtmamalı, aptallık yapmakta üstüme yoktur iyi bilirsiniz. Sevgili dostlarım.. İyi ki varsınız.. Evet herkes işin başına dönebilir artık görev tamamlandı. Ben artık “marul adam” oldum, teşekkürler emeği geçen herkese…
Başım ağrıyor.. Ve yine uyuyamıyorum.. Uyuyamadığım için mi başım ağrıyor yoksa başım ağrıdığı için mi uyuyamıyorum emin değilim. Canım da sıkkın biraz ve onun da belli bir nedeni yok. Uzun zamandır bir şey için canım sıkılmıyor. Tuhaf bir kendiliğinden eklemli can sıkıntısı yerleşti bünyeme. Artık hiçbir şeye şaşırmıyor olmam hayatla aramdaki eşitsizliği dengeye getirdi diye düşünüyorum zaman zaman, ama o ilk fırsatta durumu lehine çevirmeyi başaracak gibi görünüyor. Hayata karşı orantısız zeka kullanıyorum, ama o şaşmaz içgüdüleriyle her defasında beni alt etmeyi başarıyor..
Hayatla ilgili büyük büyük laflar etmek değil niyetim. İsa değilim ben, elbette ne hayatın anlamını çözebildim ne de onun düzenini anlayabildim. Ama çok iyi bildiğim bir şey var; yaşayan, canlı bir şey hayat. Hücrelerden oluşmuş bir tür organizma. Kurallarını kendisinin belirlediği ve ne yazık ki hiç kimseye anlatmadığı geniş katılımlı bir oyunun merkezinde bulunuyor. Ve istediği kişiye torpil yapıp istediğini de oyunun dışında bırakabiliyor. Bazen de benim gibi saf katılımcılarla karşılaşınca eğlenerek hep ebe yapıyor.. Ebe olmaktan şikayetçi değilim aslında ama bazen mızıkçılık yapmak istemiyor da değilim haliyle..
Tuhaf bir oyun bu, yarıda bırakamıyorsun ama o istediği zaman seni oyundan alabiliyor. Sıkılıyorsun bazen, kafanı yukarı kaldırıp 'hocam, beni kenara al artık' işareti yapıyorsun. Ama o gülerek daha sıkı sarmaya başlıyor seni görünmez kollarıyla. Durumu kabulleniyorsun sonra, tamam diyorsun nasıl istiyorsan öyle oynayacağım senin oyununu.. Ama sürekli mutsuz bir oyuncu görmek istemediği için oyununda zaman zaman ödül mahiyetinde küçük rüşvetler sıkıştırıveriyor cebine.. Bazen küçücük bir çocuğun gözlerinde parlayan mavi gülümseme oluyor o ödül, bazen de tamamen umudunu kestiğin eski bir tanıdıktan gelen ani bir sesleniş. Ama şımarmana da tahammülü olmadığı için kendisinin, bunların hiçbiri uzun soluklu olamıyor..
Kaçırdığımız sabahlara ciddi bir özür borçluyuz
beraber uyanmadığımız bütün sabahlar
bir şey eksikti vardı yeryüzünün haberi
yanımızda başka bedenler
aklımızda başka hayaller
ama aynı güneş aynı gökyüzü
Son tren kalkmış Haydarpaşa’dan hayli geç haberim oldu
Son tren kalkmış, ah! ben seninle,
Ben seninle hiç trene binmedim nasıl olur
Ne çok şey var yapmadığımız mütemadiyen düşünüp
Düşünüp, düşünüp, düşünüp delirecek gibi oluyorum..
Hazırlığınızı yapın. Sizi bekleyen tek şey var, hayal kırıklığı. Hepiniz hayallerinizin büyüklüğü ölçüsünde acı çekeceksiniz aklınızdan çıkarmayın. Aklınızı bir kenara bırakıp üçüncü sınıf mutluluklar yaşadığınız anlar olacak elbet. Ama er geç akıl başa gelecek ve farkedeceksiniz. Ne kadar çok hayal, o kadar çok acı.. Geçici mutluluk anlarında ister istemez hayal kuracaksınız. Ama istisnasız her hayal yerini utanç ve öfkeye bırakacak. Hiçbir şey kurtaramayacak sizi. Aşklarınız, planlarınız,evarabaçocukbahçeevli gelecek tasarılarınız, kredi kartlarınız, sohbetleriniz, baştan çıkarmalarınız, kıyafetleriniz, kediniz, köpeğiniz, sevgiliniz, anneniz, babanız, dostlarınız, bildikleriniz, gördükleriniz, gezdikleriniz, yedikleriniz, içtikleriniz.. Bunların bazılarını elde eder gibi olacaksınız mutlaka. Ama elde ettiğiniz zaman kurduğunuz hayallerin güzelliğiyle uzaktan yakından alakalarının kalmadığını göreceksiniz. Sevgilinizle evlendiniz diyelim. Birine aşıksanız kuracağınız en güzel hayal bu olmalı. Ama sevdiğiniz kadının bir kaç yıl içinde nefret ettiğiniz karınıza dönüştüğüne tanık olacaksınız dehşetle. Kedi mi aldınız? Çok seviyorsunuz değil mi? Bir kaç yıla kalmaz ya ölür ya evden kaçar hiç merak etmeyin. Gelecekle ilgili planlarınız mı var? Hayat denilen şeyin planlarınızın dışında kalan her şey demek olduğunu anlamanız hiç zor olmayacak. Sahip olduğunuzu zannettiğiniz her şeyin aslında size sahip olduğunu anladığınızda gidecek yeriniz bile kalmayacak. Elde ettiklerinizle avutmaya kalkmayın sakın kendinizi. Hiçbiri tutamak olamayacak size. Sizi bekleyen tek şey var, hayal kırıklığı.. Hayalleriniz ne kadar gerçeğe yakınsa acınız da o kadar büyük olacak. Çünkü hiçbir hayal gerçekleşmeyecek. Bundan kurtuluş yok. Ama acıyı azaltmanın bir yolu var. Hayal kırıklığınızı başkalarının insafına bırakmamak. Kendi hayal kırıklıklarınızı kendiniz yaratırsanız başedebilirsiniz acıyla. İzin vermeyin hayallerinizi başkalarının yıkmasına. İstediğiniz kadar güzel ve sevimli hayaller kurun, özgürsünüz. Ama hemen ertesi gün hayallerinizin en büyük muhalifi olmak koşuluyla. Bir düş görümü zamanınız var, o kadar.. Sevgilinizi en çok sevdiğinizi düşündüğünüz anda terk edin mesela. Eğer becerebilirseniz başta üzülür ama sonra sonsuza kadar kendinizi iyi hissedersiniz. Çünkü o hep sizin sevgiliniz olarak kalır. Zamanın ve hayatın sizdeki onu kirletmesine izin vermemiş olursunuz. Annenizin vitrinindeki dokunulması yasak kristal çay takımları gibi kalbinizin en yüksek yerine kaldırın onu ve hiç dokunmayın. Çay içmeye başlarsanız eğer iflah olmaz su lekeleriyle başedemezsiniz. "İnsan hayallerinin büyüklüğü ölçüsünde özgürdür" gibi laflar duyacaksınız zaman zaman. Sakın bu tür geri zekalılıklara kulak asmayın. Fotosentez dahi yapıyor olsalar yine de şükredecek şeyler bulabilen polyanna müsvettelerinin morfinidir o tür sözler. Uyuşmayın, ruhunuzun uyuşturulmasına da izin vermeyin. Size güzel şeyler söyleyenler olacaktır, kanmayın.. Sizi nasıl sevdiklerini anlatıp değerli olduğunuzu hissettirmeye kalkabilirler, aman dikkat.. Zaten bir çoğunuzda iki güzel lafla mayışıp hemen köleleşme potansiyeli var. Eğer ruhunuzu hayallerinizin gerçek olacağı yanılsamasına kaptırırsanız sizi kimse kurtaramaz. O yüzden hayaller kurun, sonra onlara acımasızca saldırın. Gerçi kendinizle uğraşmaktan vakit kalmaz ama eğer yapabiliyorsanız başkalarının hayallerine de saldırın. Ne kadar çabuk gözlerini açarsanız etrafınızdakilerin o kadar büyük iyilik yaparsınız. Ama neyse bunu boşverin, kendinizi kurtarın. Unutmayın ne kadar çok hayal, o kadar çok hayal kırıklığı, sizi bekleyen başka hiçbir şey yok. Hazırlığınızı yapın...
Sırtını son kez gördüğümden beri
yüzümde, gidiş yönünde tekerlek izleri.
Mor gabriel, Neve-Şalom, Sultanahmet.
Hepsinin fotoğrafı önünde tek tek allaha yalvardım
dinle diye beni.
Şaşırma, ne de olsa hepsi
Sonra özlüyorsun işte. Onunla çok şey de yaşamış olsan, henüz neredeyse hiçbir şey yaşamamış da olsan, bir gün önce de görsen, hiç görmemiş de olsan, çörekleniyor içine o melun his. Tarifi zor. Hani anlatmaya üşeniyorum derim ya ben bazen. Aslında o gerçek bir üşenme değil. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım anlatamayacağımı bildiğimden, kendi kendime uydurduğum bir savunma mekanizması sadece.
Lisede Hemingway okumuş ve büyülenmiştim. Yazdığı küçük hikayelerde en basit şeyleri bile, paragraflar boyunca, obsesifçe tarif etmesi, insanlara ve nesnelere olan bakış açımı şekillendirmişti resmen. Bazen yarım sayfa boyunca maviyi, denizi, elmayı, tadları, kokuları, bıkıp usanmadan, üzerine söylenecek tek bir söz bile kalmayana kadar tarif etmeye çalışması, betimleme sanatının zirvesiydi benim için. Ve farkında olmadan, Hemingway'i taklit etmeye başladım tesirsiz yazılar yazma serüvenimin başlarında. Herhangi bir şey üzerinde yeterince gözlem yapıp düşünürsem hiçbir boşluk bırakmaksızın, her hücresini anlatabilirim zannettiğim zamanlardı işte. Çok sonra fark ettim. Hemingway özlemeyi hiç tarif etmemişti! Neden acaba?
Özlemekle ilgili çok konuştum, yazdım, düşündüm. Nasıl olur da bir his, bir insanı aynı zamanda hem ağlatıp hem gülümsetip, hem içinde aptal toynaklı yaratıklar koşturup hem de uçsuz bucaksız siyah bir denizin ortasında zavallı bir yaprakmış gibi titretir diye çok kafa patlattım. Ama düşüncelerimin sonunu hiçbir zaman getiremedim.
'Sükut etme Nazlı yar beni benden edersin'
Aramıza tramvaylar girer hint kenevirleri cuma selaları
Bu eller öpülmez diye kimse öldürülmez amenna
Sen istersen ölüyü bile cana getirirsin acil
-Bütün kara parçaları bana girsin, afrika kıtası dahil..
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!