Ali Lidar Şiirleri - Şair Ali Lidar

Ali Lidar

Güzel ülkemin güzide insan türlerinden biri de Çok Güzel Sosyalleşebilen İnsanlardır. Ç.G.S.İ diyelim biz onlara. Aslında sosyalleşmek denen zımbırtıyı çok yanlış anlamış olmalarına rağmen kendilerini bu kelimeyle ifade ettikleri için kullanıyoruz mecburen. Bu Ç.G.S.İ denen götler hangi ortamda olurlarsa olsunlar hiç zorluk çekmeden adapte olabilme özellikleriyle öne çıkarlar. Tek ya da bir gurup insanın olduğu her yere teklifsizce sokulup laps diye Müzikten, İzmir'den, edebiyattan, kadınlardan, erkeklerden, Beşiktaş'tan, denizden, anasının.mından falan söz açıp hemen muhabbet başlatabilirler. Sokuldukları insan topluluğu da ya mevzunun şokunu yaşadıkları için ya da en az kendilerine sokulan Ç.G.S.İ mahluğu kadar sefa pezevengi oldukları için herhangi bir tepki göstermeyip kırk yıllık arkadaşmış gibi gülümseyerek dinlemeye koyulurlar. Bu ipneler bebekken bile yavşaklıkla sevimliliğin birbirine karıştığı sikik bir sempati havuzunda yüzmüş ablak suratlı balıklara benzerler. Derste öğretmenler, kantinde kızlar, askeriyede komutanlar bayılırlar bu göt oğlanlarına.

Ç.G.S.İ'lerin en enteresan özelliklerinden biri de küçükken çatlattıkları ar damarlarıyla beraber onur ve haysiyetlerini de kaybetmiş olmalarıdır. Mesela yanlışlıkla size sokulup standart yavşak Ç.G.S.İ hareketleriyle sohbet açmaya kalksalar ve siz her mantıklı insan evladı gibi 'bi siktir git başımdan göt kafalı şamyel' diye tersleyip kovsanız bile özür dileyerek uzaklaşırlar. Bu esnada da suratlarında hep hazır bulunan o sikik gülümsemeyi aynen muhafaza ve müdafaa ederler. Sanırım analarının karnındayken bile sahiptirler o gülümsemeye..

Velhasıl, sayıları hızla artan bu sefa pezevengi Ç.G.S.İ'lere karşı son derece dikkatli olmak gerekir. Yoksa allah muhafaza size de tatlı tatlı sokulup iki dakikada beyninizi bozuk erik hoşafına çevirebilir bu puştlar. Aman diyeyim abicim, benden uyarması!

Devamını Oku
Ali Lidar

Neredeyse otuz yılın ardından çocukluğumun en sevdiğim oyununu oynarken yakaladım bugün kendimi. Doktorlar Caddesi boyunca yürüyüp sonra dümeni İki Eylül Caddesi’ne kırıp oradan da Odunpazarı meydanına kadar yürüdüm ve yol boyunca tabelaları okudum. Doktor tabelaları, mağaza tabelaları, market tabelaları, telefon bayii tabelaları, bujiteri tabelaları, lokanta tabelaları.. Ne varsa artık yol boyunca teker teker okudum. Hafif dışımdan, dudaklarımı kıpırdata kıpırdata okudum. “Avukat Rasim Günersoy, Diş Hekimi Funda Anar, Avea, Migros, Compedan, İnci Bujiteri..” Bir saate yakın dolaştım öyle okuya okuya..

Üç-dört yaşlarımdayken en büyük eğlencem buydu benim. Hafta sonları, kahvaltıdan sonra, babam elimden tutup çarşıya götürürdü beni. Sonra ben ona bağıra bağıra iki yana sıralanmış dükkanların tabelalarını okurdum (öğrenmiştim bir şekilde okumayı, o da ayrı bir hikaye bir ara anlatırım) . Babam kocaman gülümsemesiyle hiç kesmeden beni dinlerdi. Arada sırada da eğilip öperdi usulca. Sebebini hiç anlamazdım ama öyle hoşuma giderdi ki, daha bir gazla, daha bir bağıra çağıra okumaya devam ederdim. “Ar Kebap, Posta Pide, Esnaf Sarayı, Anahtarcı Hilmi..”

Sonra sonra öğrendim işi aslını. Hiç okula gidememiş meğer benim babam. Hatta okuma yazmayı askere gittiğinde öğrenmiş. Anlatması saatler sürecek kocaman bit trajedi işte babamın çocukluğunun hikayesi. Neyse.. Ben ele avuca gelmeye başladıktan sonra da en büyük tutkusu beni bir şeyler okurken seyretmek olmuş..

Devamını Oku
Ali Lidar

İnsanlar gelip gelip gidiyorlar çok acaip
Hükümler verip kararlar alıp duruyorlar ne fena
Sular asfaltı deliyor söylenmeyen sözler bağrı
Durmuyorlar hareket halindeler hep
Çok acaip..

Devamını Oku
Ali Lidar

Çevremdeki herşeyin sıradanlaşmaya başladığını fark ettiğimde büyüdüğümü anladım. Çocukken her şey farklı gelirdi bana. Ota, boka, çiçeğe, uçağa, babamın çakmağına, kerpiç evimizin toprak damına... Her şeye şaşırır, hayretle bakar, bitmeyen sorularla etrafımda kim varsa bunaltırdım. Allah babamdan da mı büyük diye sormuştum bir keresinde dayıma, sanıyorum dört ya da beş yaşındaydım. Düşünün artık manyaklığımın boyutunu. O gün öyle asıldı ki Halil dayım kulaklarıma, acıyla birlikte bir şeyi çok iyi öğrendim. Her soru, her yerde, herkese sorulmaz. Daha az soru sormaya başladım o andan sonra, ama merakım ve şaşkınlığım hiç azalmadı. Okul girince hayatıma, sorularımın muhatabını buldum diye sevindim çocuk aklıma. Her şeyi bildiğini zannettiğim bir öğretmenim vardı artık. Ama ikinci haftada o da elimde patladı. Onun istediği soru soran değil, konuşmayıp tahtadaki aptal çizgileri sessizce defterine geçiren aptal bir maruldu. İstediğini verdim ben de, mecbur kalmadıkça sınıfta ağzımı bile açmamaya çalıştım. Düzen kurtuldu, tehlikeli sorularımla öğretmenimin ve sınıf arkadaşlarımın zamanını çalmam engellendi. Yaşasın eğitim..

Sonra başka okullarda, başka şehirlerde hep aynı şeyi yaşadım. Boyum biraz uzadı, biraz kilo aldım ve hep şu lafı duydum. Çok konuşma. Çok soru sorma! Ve ilahi tecelliye bakın ki, hayat başka bir bok olamayacağıma karar verip beni de öğretmen yaptı sonunda. Sırf bunun için bile oturup ağlasam yeridir. Bütün eğitim hayatın boyunca okuldan nefret et, sonra kalk öğretmen ol. Neyse, o sonraki mevzu. Üniversite mezunu bir öğretmen olarak kısa dönem yaptığım askerlikte bile sorularım yüzünden dayak yemeyi becerebildim. Üç bin kişinin ortasında, Tümgeneral N. Çakır, neden sabah beşte kalkıyoruz diye kendi kendime mırıldandığımı duyup, tekme tokat girişti bana. Koskoca general lan! Ben olsam allahın onbaşısıyla muhatap bile olmam. Ama o oldu. Ağzımı burnumu dağıttı resmen..

Şimdi insanlar bana soruyor ara sıra. Neden bu kadar pisliğe, haksızlığıa, yolsuzluğa şaşırmıyorsun, sorgulamıyorsun diye. Şaşırmam kardeşim, soru da sormam, sorgulamam da. Dayımdan, babamdan, öğretmenlerimden, komutanımdan, polisten ittifakla aynı şeyi duydum ben. Çok konuşma, çok soru sorma! Peki dayıcığım, peki öğretmenim, peki komutanım. Susarım ben de. Kitaplarımı okur, oyuncaklarımla oynar, olup biten her şeye içimden şaşırır ve dışımdan da derim ki. Bana ne ulan ne bok yiyorsa yesin herkes!

Devamını Oku
Ali Lidar

- Üzerlerine saçma sapan yazılar yazdıktan sonra buruşturup attığım peçetelerin dünya psikiyatri birliğince ele geçirilmesi sonucunda keşfedilen psikolojik bozukluğa adımın verilmesinden..

- Ansızın çöp tenekelerinden fırlayan kedilerden, göstere göstere çöp tenekelerinden fırlayan kedilerden, hatta çöp tenekesinin içinde salak salak duran ve fırlamaya hiç niyeti olmayan kedilerden..

- Nepal'li uzmanlar tarafından zorla tabi tutulduğum zeka testleri sonucunda kamuoyuna, aslında normal zekalı sıradan bir vatandaş olduğumun açıklanmasından..

Devamını Oku
Ali Lidar

* Leyla Erbil - Mektup Aşkları: Birbirleriyle aynı kişide kesişen hayatların sadece mektuplarla açığa çıkan büyük trajedisi. Yazılmasının üzerinden epey zaman geçen ve nedense ıskalanan bu kitap post-modern edebiyatımızın en güçlü yazarlarından Leyla Erbil'in olgunluk dönemi eseri olarak nitelenebilir. Tek ilkesi ikiyüzlülük olan bir toplumda ahlaklı olabilmek mümkün müdür? sorusuna yanıt arayan Erbil, mektuplarla birlikte akan hikayede derin sorgulamalar yapmamıza da vesile olmakta. Mutlu bir beraberliği olanlar bu kitaptan uzak dursun, çünkü aşk denen şeyi de ciddi ciddi sorgulatmakta insana..

*Albert Cossery - Tanrının Unuttuğu İnsanlar: 1900'ların başında doğan Cossery Mısır edebiyatının en özgün ve marjinal yazarlarının başında gelmektedir.Ülkemizde pek tanınmamakla birlikte (nedense hiç şaşırmadım) özellikle A.Camus gibi varoluşçuları derinden etkilrmiştir. Bu küçük hikaye kitabında ülkesinin üzerine çöken pesimizm ve sefaletle hesaplaşan Cossery gelenekle modern arasında sıkışan "her çağın insanı" nın da profilini çizmektedir. Yeni ve rahatsız edici yazarlarla tanışmak isteyenlere..

*Y.Hakan Erdem - Kitabı-ı Duvduvani: Tarihi fantastik mizahi aşk bilim kurgusu.. Bütün türleri harmanlayan Erdem bir taraftan Ecovari bir tavırla genel kültür şovu yaparken bir taratan da dille ve bizle dalgasını geçiyor. Özellikle gotik eğlenceden hoşlananlara..

Devamını Oku
Ali Lidar

Küçükken en büyük eğlencem, üç dört balıklı akvaryumumuzu seyretmekti. Hayvanlara bayıldığımdan değil tabi, oldum olası her türden canlıyla mesafe koymaya çalıştım araya. Sekiz yaşında üç çocuk abisiydim. Neredeyse her an uğultuyla çınlıyordu ev. Kardeşlerimin gürültüsünden nefret ediyordum. Havladıkları için sokak köpeklerinden, miyavlayıp durdukları için kedilerden, sürekli bağırdığı için babamdan, mütamadiyen ağladığı için annemden ve kaçıp gidemeyecek kadar küçük olduğum için kendimden nefret ediyordum. Balıkları seviyordum sadece. Çünkü hiç gürültü yapmıyorlardı. Bulduğum her kısa boşlukta nefesimi tutup, göt kadar akvaryumda salak salak yüzüşlerini seyredip mutlu oluyordum. Gitmek isteyip de gidememenin acısını ta o zamanlardan çok iyi bilirim..

Geçenlerde, özlemenin susamak gibi bir şey olduğunu söyledi. Hemen o an koşup yanına gitmek istedim. Gidemedim. O an, sekiz yaşındayken hissettiğim gitmek isteyip de gidememenin çaresizliğini tekrar hissettim bütün kalbimle. Sığınacağım bir akvaryum da yoktu bu kez. Ben de sigara yaktım çaresiz..

Kardeşlerimin hepsi büyüdü artık. Babam bağırmayı, annem ağlamayı kesti yıllar evvel. Hem tersi de olsa, bütün gürültülerden kaçıp uzaklaşabileceğim kendime ait bir oda var artık evimizde. Ama sekiz yaşımda o akvaryumun karşısında bulduğum huzuru koşullar ne olursa olsun bulamıyorum artık..

Devamını Oku
Ali Lidar

Bir şey yapmadan önce durup düşünmeyi öğrenmedim. Aklıma ne gelirse yaptım, peşinden ne bok yedim lan ben dedim bu yaşıma kadar. Öfkemi kontrol edemiyorum. En büyük hobim etrafımdakileri kırıp dökmek. İnsan sevmiyorum (bebekler hariç) İnsanların toplu halde duyarlılık gösterdiği şeyler (sokak çocukları, sokak köpekleri, sokak lambaları v.s) zerrece umurumda değil. Çoğu zaman çaktırmasam da canım hep sıkkındır. İleri derecede ukala olduğum da beni tanıyan herkesin ortak kanaatidir. Buna bir de patavatsızlığı eklemek gerekir. En son söylenmesi gereken şeyleri kafadan söyleyip konu her neyse rezil etmeye bayılırım. Kimsenin sevmediği yazarları sever kimsenin dinlemediği şarkıları dinlerim. En çok eğlendiğim zamanlar oyuncaklarımla oynadığım zamanlardır. Günde en az bir 'ciddi saçma sapanlık' yapmazsam rahat edemem. Herhangi bir şey olabilir bu, ama mutlaka en az bir tane ağır saçmalığım olur her gün. Yüzüm hep asıktır. Hatta ayna karşısına geçip farklı tekniklerle yüz asma denemeleri yapmışlığım bile vardır. Senede en az iki kere depresyona girerim. Elimden neredeyse hiçbir iş gelmez, el becerisi gerektiren akla gelebilecek her işte çuvallama şampiyonu olabilirim. Becerebildiğim hatta becerebilmek bir yana idare edebildiğim tek bir spor dalı bile yoktur (Hatırlayabildiğim en büyük başarım: ilkokuldayken top sektirme yarışması gibi bir şey yapıyorduk dört arkadaş. Onbeş ya da onaltı kere sektirmiştim, hala zaman zaman o anı düşünüp hayaller kurup gülümserim.) İnsanları küstürerek koşarak etrafımdan uzaklaşmalarını sağlamak konusunda muazzam yetenekliyim. Bildiğim en zayıf iradeli insan ben olabilirim. Hemen hemen hergün sigarayı bırakmak konusunda sözler veririm kendime, ama uyku hariç maksimum iki saat ara vermişimdir. Üç yaşından beri düzenli olarak küfrederim. Elimden tesbihim hiç düşmez. Mutluluktan da hiç hazetmem, mutlu gibi olduğum zamanlar muhakkak üzülecek bir şeyler bulur, bulamazsam da hemen o an yaratırım. Bunlar bir çırpıda aklıma gelenler birazcık düşünürsem eğer yüzlerce şey daha ilave edilebilir..

Devamını Oku
Ali Lidar

Bittiği sanılan yerde başlayan hikayeler vardır. El sıkışıp ayrılınan yerde öyle bir deprem olur ki bazen, fark edebilen herkesin kalbini ve ruhunu sarsar. Ve ne acıdır ki, bunu oracıkta kalakalan, gidenin arkasından bakıp ağlamak ya da bir bira daha söylemek dışında hiçbir seçeneği olmayan o zavallı mağrur mağluptan başka kimse bilmez...

Bana bitti denilen şeyin bitti denilen yerde bitti denir denmez nasıl bitebildiğini anlatabilecek biri varsa söz ilk biralar benden. Saatlerce ağladıktan sonra makyajını tazeleyip alışverişe gidebilmenin aslında ne kadar normal olduğunu anlatabilirse biri bana, öldükten sonra ona organlarımı bağışlayabilirim. Birileri bana, bütün hafıza kuramlarına meydan okurcasına "unutmak istersem unuturum" diyebilmenin, üstelik söylemekle kalmayıp bunu yapabilmenin nasıl olduğunu gösterirse her sabah ekmeğini alıp evine kadar götürürüm yeminle. Balık tutmayı öğretmeyin bana, balık da vermeyin. Becerebiliyorsanız balık olmayı öğretin... N'oldu? Yemedi dimi?

Haydi dağılalım, çünkü kimse kimsenin umurunda değil!
Haydi dağılalım, çünkü birlikteyken çok komik görünüyoruz!

Devamını Oku
Ali Lidar

Eve dönen sigortasız bir travesti kadar yorgunum
Beni al, yont yoğur, sar sarmala
Alakası olmayan parçalara bölündüm
Tamamla..

Yaşamak sıkıntılı iş yaşlandıkça anladım

Devamını Oku