saçma sapan yerlerde mütemadiyen içmişiz
anladık ki hiçmişiz içimizde küçük bir piç
sert ters laga luga eprimiş metal atlas
ben ne diyorum o ne diyor
hala elinde xanax..
Nedir bu benim çilem!
İnsan sevmem
Devlette öğretmenim
En sevdiğim yemek içli köfte
Midemi yakar.
Bir kız tanırım dünya güzeli
Serin ve sakin bir akşam üstü... Etrafta her ne varsa, olması gereken yerde, ne yapması gerekiyorsa onu yapıyor. Amaçsız insanlar amaçsızca yürüyor, dolu kül tablası boşaltılmayı bekliyor, bozuk dekorasyon daktilosu bozuk bozuk, pervanesi kırık deniz feneri biblosu kırık kırık, garson uslu uslu, ben salak salak durmamız gereken şekilde duruyoruz bulunduğumuz yerde. Ve ben seni çok seviyorum...
Sait Faik şey diyordu; "Yazmasaydım çıldıracaktım." Emrah Serbes ise "Yaza yaza çıldırdım" diyor. Benimse, afedersin ama sikimde bile değil. Delirerek doğdum ben galiba. Sana kadar... İyi olacaksam eğer bir gün, sen iyi edersin beni. Gerisi... Gerisini siktir et be kuzum...
Annem dün biraz kızdı bana. Yüzünü gören cennetlik dedi. Yazık... "Anne" diyesim geldi, "benim kendime hayrım yok şu ara, sıkılmaktan halıya katranlar dökecek yüzümü görüp de ne yapacaksın? " diyemedim. "Akşam gelirim, konuşuruz" diyebildim...
Beşiktaş’lı oluşumun hikayesi bir tür çaresizlik ve yokluk hikayesidir. Beş altı yaşlarındayım. Yıldıztepe Mahallesinde oturuyoruz. Evimizin tam karşısında geniş bir arsa var. Mahallenin çocuklarıyla beraber sabahtan akşama kadar it gibi top koşturuyoruz. Takım falan tutmuyorum henüz ama kırmızıyı çok sevdiğimden Galatasaray’a yakın gibiyim..
Kahvaltı sonrası kendimi arsaya attığım her zamanki günlerden bir gün. Bir kaç arkadaş bekliyor zaten. Birlikte minyatür kale maç yapmaya başlıyoruz. Bir süre sonra yanımıza geliyorlar sırıta sırıta. Şimdi isimlerini bile anımsamadığım iki kardeş. Sırtlarında pırıl pırıl Galatasaray formaları. Babaları almancı, izne gelirken almış hediye diye. Nasıl da güzeller. O güne kadar ne benim ne de diğer çocukların forması olmamıştı hiç. Geberiyoruz kıskançlıktan. Resmen geberiyoruz. Devam ediyoruz bir süre sonra maça ama kimsenin oyunla alakası kalmamış. Herkesin aklı formalarda. Bırakıyoruz maçı. Ben fazla dayanamayıp koşarak eve gidiyorum. Babam işte. Annem evde. Soluk soluğayım. Annee diyorum, anne n’olur bana forma alalım. Gülüyor annem önce. Israrımı görünce de bağırmaya başlıyor. Para nerde diyor, kardeşinin götüne bez alamıyoruz sen forma derdindesin. Sahi ya lan. Bizim paramız yok ki. Zaten ben bildim bileli hiç olmadı ki paramız. Neyse.. Çekiliyorum bir köşeye burnumu çeke çeke ağlıyorum. Annem kapı aralığından bana bakıyor. İyice abartıyorum ağlamayı. Annem yan odaya geçiyor. Takır tukur sesler. Hiç dışarı çıkasım yok. Ağlamayı da kestim. Mal mal oturuyorum. Annem sesleniyor. İsteksizce yanına gidiyorum. Bir şey uzatıyor bana. Eski siyah tişörtümün üzerine beyaz atlet parçaları dikip forma yapmış. Arkasına da 7 rakamı dikmiş. Anne diyorum bu Beşiktaş forması. Ben Galatasaray istiyorum. Olsun oğlum diyor bu daha güzel. Hem bak 7 numara bu Feyyaz’ın forması. Forma bir şeye benzemiyor aslında. Alelacele çocuk avutmak için yapılmış uyduruk bir şey. Ama annem o kadar güzel gülüyor ki. O dakika karar veriyorum. Ben artık Beşiktaş’lıyım..
Velhasıl neden Beşiktaş sorusunu duyduğumda sallama cevaplar verirdim bugüne kadar. İlk kez itiraf ediyorum. Beşiktaş’lıyım çünkü paramız yoktu. Beşiktaş’lıyım çünkü kırmızı tişörtüm yoktu. Beşiktaş’lıyım çünkü o gün annem bana çok güzel gülüyordu..
Neden bu kadar çok kitap okuyorsun?
- Yapacak daha iyi bir şey aklıma gelmediği için..
Neden bu kadar çok kitap okuyorsun?
- Yazamadığım için..
İnsanlar amaçlı amaçlı geçiyorlar yanımdan. Bir kısmı önümde bir kısmı arkamda neredeyse düzenli sayılabilecek bir tempoda gözden kaybolana kadar yürüyorlar. Sanki hepsinin işi var. Sanki hiçbirinin canı sıkılmıyor. Sanki bir benim işsiz güçsüz ve sanki bir tek benim canım sıkılıyor. Barın yüksekçe taburesinde oturuyorum. Önümde ağır arjantin bardakta bira. Kaldırmaya bile üşeniyoru…m. Öylece ılıyor bira. Son yarım saattir garsona kurmaya yeltendiğim beş cümlenin üçü devrik ikisi yarım. Yani evet, konuşmak bile zor geliyor..
Önümden geçen insanları tanıdığım birilerine benzetme oyunu oynamak istiyorum. Zorluyorum kendimi. Olmuyor. Bu akşam kimse kimseye benzemiyor nedense! Hava serin. Mekan loş. Gürültü şimdilik katlanılabilir seviyede. Bir mucit, bir ressam ya da ne bileyim işte yetenekli yaratıcı bir bok olsam en eşsiz eserimi bu akşam verebilirdim diyebileceğim kadar güzel bir akşam belki de. Oysa ben sadece sıkılıyorum. Oyunlarım da hiçbir işe yaramıyor.
(Tam burada biradan ciddi bir yudum alıp bir de sigara yakıyorum) Bira leş! İyice ılımış. Sigara.. Sigara her zamanki gibi. Güzel. Sadece aç karnına güneşin altında şekersiz sakız çiğnerken içilen sigara bok gibidir. Eğer o kadar psikopatsanız bir deneyin, ne demek istediğimi anlarsınız! Onun dışında sigara hep iyi gelir. Gerçi uzun vadede öldürüyor ama olsun. İyidir sigara..
Durum, mekan, iklim ve ruh halimi özetledim. Tüm bu laf kalabalığının sonucu ise şu. Seni özledim… Seni özlüyorum… Bağlantıyı kuramadın mı? Saçma mı geldi? Tabi her şey normal bir bu saçma değil mi? Salak salak yürüyen insanlar, durduğu yerde ısınan bira, hiç değişmeyen sigara, üşenik cümle teşebbüsleri, bok püsür, hiçbir şey saçma değil; her yerde ve her durumda seni özlüyor olmam saçma öyle mi? Öyle mi? Eğer gerçekten öyleyse, olsun ne yapalım? Saçma da olsa şimdi burda, oturduğum yerde seni çok özlüyorum. Gerisi malum lafın. Çünkü seni çok seviyorum ve çok uzağımda da olsan, bu düşünce bile gülümsetiyor beni..
İnsanlar yürüsün, bira ılısın, ben cümle kuramayayım ne fark eder? Seni seviyorum ya ben, bana ne gerisinden…
Yer: Yemekli Vagon.
Zaman: Günlerden bir gün.
İçki: Yeni Rakı.
Mevzu: Kadınlar, hayatın anlamı, çocukluk.. Gidişiata ve rakının durumuna göre de yedeğimizde ‘Ne olacak bu Beşiktaş’ın hali ve ulan ülkenin.mına koydular be’ mevzuları var
Tayfa: Ben, Caner, Gürkan Abi.
Az evvel başladığım Nick Hornby'nin son kitabı 31 Şarkı'yı okurken aklıma geldi. Üstat kendi hayatının dönüm noktalarına fon müziği olarak eşlik eden en özel şarkıları anlatmış. Dedim ki kendi kendime, şarkıların gücü tek başına benim hayatımın kırılma noktalarını ifade etmeye yetmez. Ama kitaplar ve şarkılar arasında görünmez bir ilişki olduğu kesin. Özellikle benim gibi müzikle beraber okumak gibi bir okuma tercihiniz varsa, hangi kitabı okurken ne dinlediğiniz çok önemli olabilir. O zaman.. ne okurken ne dinlesek? ?
- TUTUNAMAYANLAR: İlk sayfayı açtığınızda artık sizin için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. O yüzden çok özel bir parça size eşlik etmeli. Benim tavsiyem Turgut'un efsaneye dönüşecek can sıkıntısını daha iyi anlayabilmek için Nick Cave'den yardım almak olacak. Mümkünse 'The Whipping Song' peşinden de 'Shoot Me Down' ve kitabın ilerleyen bölümlerinde bol miktarda Leonard Cohen.. Delirmeden kitabın sonuna gelebilmişseniz eğer, finali görkemli kaybedenlerin anti-milli marşı Batsın Bu Dünya ile yapabilirsiniz..
Önlerinde geniş bir boşluk, içlerinde derin bir sıkıntı, tepelerinde sikik bir güneş ve ceplerinde üç kırmızı tuborg biraz da leblebi parası vardı. Bırakın gülmeyi, gülümsemek için bile hiçbir neden yoktu. İşte buna gülünür dedi adam içinden. Susuldu hayli. Sonra sessizlikten korkan kadın mırıldandı.
"Seçimler de yaklaştı", dedi.
Adam bir şey söylemedi. Sessizce onayladı kafasıyla. Sonra sordu kadın;
Göremediğimde seni
uyuyayım diyorum
geniş zamanlı
geniş pencereli
geniş yataklı bir evde
belki gelir
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!