Ortada bir sürü şey vardır aslında, ama söyleyecek hiçbir şey yoktur. Durmaksızın düşünmeler, uykusuz geçen geceler, (uyku ile geçen geceler) , parkta içilen şaraplar, sırf şirin gözükmek için teşebbüs edilen yalanlar; bazen kıskançlık, bazen deli eden bir sarılma isteği, görülmeyen ama orada olduğu bilinen kocaman bir gülümseme (nasıl da berrak. Su gibi. Aydınlık. İtaat hissi veren) , tek bir sözle üzülmeler tek bir sözle sevinmeler tek bir sözle ne bok yiyeceğini bilememeler ve kaygı ve sevgi ve özlem ve sarılma isteği.. İlle de o sarılma isteği. Nasıl anlatılır bu? Sana sarılmak istiyorum. Yazınca olmuyor işte, söyleyince de eksik. Ne kadar da uzağında söylemek hissetmenin. Bazen insan bin küsür kilometre uzaktayken bile o kadar çok sarmak ister ki, sonunda sarılır. Korkunç güçlü bir sarılmadır bu üstelik. Sert ve metafizik. Gerçek bir sarılma olmaz belki ama nedir ki zaten gerçek? Gözlerini yeterince sıkı kapatıp içindeki tüm boşlukları onunla doldurabilirsen eğer, pekala mümkündür sarılabilmek. Bu sarılmayı sözlerle anlatamazsın. En fazla sana sarılmak istiyorum dersin, o da gülümser, belki iglo’lardan falan bahseder. Sen de gülümsersin. Söz amacına ulaşamamıştır belki. Ama bilirsin, o kadar kuvvetli yummuşsundur ki gözlerini ve o kadar yürekten istemişsindir ki sarılmayı.. O anlar. Cevap vermez belki ama anlar. Çünkü bilir o da, ortada bir sürü şey vardır aslında ve kelimelerin hisler karşısında hiçbir hükmü yoktur..
Gümrük müdürlüğünde memurdu Altan abi. 35 sene her akşam bir büyük rakı içti. Kandilmiş bayrammış hastalıkmış hiçbir şey dinlemeden her akşam bir büyük rakı.. Ben son beş senesine yetiştim. Muhtemelen yalan söylemiyordu. Çok konuşmazdı. Sofrasına da kolay kolay misafir kabul etmezdi. Ben ve bir kaç arsız zaman zaman sokulurduk ama yanına. O gecelerin birinde, rakının son iki parmağa yaklaştığı bir an sordum Altan abiye, abi neden bu kadar çok içiyorsun diye. Güldü. Yok dedi, ben çok içmiyorum, insanlar az içiyor! ..
Peşinden bir sürü süslü laf gelecek zannettim. Hiçbir şey demedi. Fondipledi rakıyı. Mecburen lafın altını ben doldurdum..
Epey zaman oldu tabi. O gece düşündüklerimin hiçbirini hatırlamıyorum. Ama o laf hiç çıkmadı aklımdan. “Ben çok içmiyorum, insanlar az içiyor.” Sahiden de içmeden nasıl dayanır insan bu kadar kepazeliğe?
Altan abi iki sene önce sirozdan öldü. Severdim onu. Ama ölümüne de öyle çok üzüldüm diyemem. Daha fazla dayanamayıp hayatın kepazeliğine, kendi isteğiyle başka bir yere gitti gibi geldi bana hep. Öldüğü günün gecesi Cem, Ahmet ve ben birer büyük rakı alıp onu analım dedik. Oturduk Ahmet’lerin bahçedeki kulübeye. Söyleyecek bir şey gelmedi aklımıza. Ben bir ara ulan dedim, insanlar neden bu kadar az içiyor. Epey güldük. Sonra şarkı söyledik. Ağladık da galiba sonlara doğru. Rakıları bitiremedik. En sonunda da kusup sızdık. Mezarına hiç gitmedik (en azından ben hiç gitmedim) Yokluğu kimse için bir fark yaratmadı. Galiba Altan abim dünyaya o güzelim aforizmayı bırakmak için gelmişti.. “Ben çok içmiyorum, insanlar az içiyor.” Sırası gelince sahne alıp en janti tavrıyla lafını söyledi ve gitti. 35 sene her akşam bir büyük rakı içti Altan abi. Tek bir laf ve 35 sene..
- Bir yıl daha yaşlandığınızı göz önünde bulundurup maneviyatınıza balans ayarı çekmek maksadıyla abdestinizi alıp iki rekat namaz kılarak huzur içinde uyuyun..
- Varsa şehirde bir gay bara gidip homofobik söylemlerle içerdekileri rencide edin. Daha sonra başınıza gelecekler yaşadığınız en unutulmaz yılbaşı gecesine vesile olacaktır..
1) Okumaya Gerek Olmayan Kitaplar: Calvino Usta yaşasaydı listenin başına çok satan vampir kitaplarını koyardı büyük ihtimalle. Ayrıca kişisel gereksiz kitaplar listemi zorlayan ikinci gruba bir kaç tanesi hariç Ahmet Hamdi Tanpınar öncesi yazılmış neredeyse bütün Türk romanları girebilir..
2) Birden Fazla Hayatın Olsaydı Kesinlikle Okuyacağın Ama Ne Yazık Ki Günlerin Sayılı Olduğu İçin Okuyamayacağın Kitaplar: Ayn Rand'ın bütün kitapları bu listeye girebilir. Okumayı çok isterim aslında ama kitapların ebatı her seferinde umutsuzca vazgeçmemi sağlıyor ne yazık ki..
3) Okumak İçin Değil Başka Amaçlar İçin Yazılmış Kitaplar: Ahmet Altan Ve Cezmi Ersöz'ün yazmış olduğu her türlü çer çöp bu kategoriye sokulabilir. Bu adamlar neden ısrarla yazıyorlar anlamak mümkün değil ama vakit kaybı ve sinir bozumu dışında faydalarının olmadığı muhakkak..
"Bu karanlık iyi böyle aferin tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor,hoşlanıyorum"
T.UYAR
İnsanlar uyurlar.. Normal olan bu olduğu için de uyuyamamayı anormal bir durum olarak görürler. Hatta bu uyuyama anormalitesini bir hastalık olarak kabul edip adına da İnsomnia derler.. Normal bir insan yatağa gider ve tüm gece boyunca uyuyarak sonraki gün adeta yeni bir hikayeye başlar. Bu, sadece farklı bir gün değil, farklı bir yaşamdır da. Kötü anlardan, anı ve düşüncelerden sıyrılabildikleri bir tür mabettir onlar için yatak.. Ve uyudukları an itibariyle arınarak pisliklerinden akıl sağlıklarını koruyabilirler. İşte bu yüzden kişi, düşüncelerin ya da şeylerin sorumluluğunu yüklenebilir, kendini ifade edebilir. Çünkü uyku ile beraber o bir şimdiye ve bir geleceğe sahiptir.. Zihnin geliştirdiği bir tür savunma mekanizmasıdır uyumak. Uyurken insan bilinçaltının yardımıyla temizlenir ve uyandığı an hiç kirlenmemişçesine varoluşuna devam eder. Uyku, onlar için her gün yeni bir yaşama başlayabilmenin kırılma noktasıdır. Fakat uyumayan bir kimse için,gece yatmaya gittiği zamandan sabah uyanana değin bunların hepsi süreğendir, kesinti yoktur. Bunun anlamı, bilinci baskı altına alacak bir şeyin olmadığıdır ve tüm bu şeyler bilinç çevresinde dönmeye devam eder. Kabuslar, bir şekilde hiç kesintiye uğramadan devam eder ve sabah, neyin başlangıcı..? Hiçbir şeyin. Madem ki bir önceki geceden hiçbir farkı yoktur, yeni bir gün varolmamıştır. Bütün bir gün provadır, provanın sürekliliğidir. Herkes geleceğe doğru koşuştururken dışarıda kalmışsınızdır.Bu durum aylar ve yıllar boyunca uzadığında, şeyleri algılama biçiminizi, hayat anlayışınızı zoraki olarak değiştirir.
"Son bir isteğiniz var mı? " diye sordu garson. Oysa bardağımdaki rakının yarısı duruyor. Demek ki saat bir olmuş. "Evet var son bir isteğim ama bunun seninle alakası yok" demek istiyorum. Denmez tabi, ayıp olur. "Yok" diyorum, "eyvallah." Bir dakika sonra hesap geliyor. Yaklaşık beş saattir buradayım ve gelen hesap tek bir kağıt parayla ödenebiliyor. Gayet rasyonel. Bardağı kafama dikip hızlıca kalkıyorum masadan. Sokağa çıktığımda yüzüme çarpan serinlik hafifçe başımı döndürüyor. Bütün akşam kuşlarla uğraştım. Kuşlar... Neyse...
Eve gitmek istemiyorum. Başka bir yerde içmeye devam edebilirim ama sabaha kadar açık bir kaç yer var sadece. Onlar da içindeki insanlarla beraber midemi bulandırıyor. Sokak boyunca yürüyorum. Sonra aklıma çorbacıya gitmek geliyor canım hiç çorba istememesine rağmen. Kafamın içinde hala kuşlar...
Çorbacıya giriyorum. Yaşı elliyi çoktan geçmiş bir garson geliyor yanıma. "Hoş geldiniz efendim." Abi buyur otur demek geliyor içimden. Bazı meslekler belli bir yaştan sonra yapılmamalı. Garsonluğu küçümsediğimden değil. Ama çoktan emekli olup, evinde torunlarıyla oynaması gereken bir adamın, gecenin ikisinde elin sarhoşuna çorba getirmesi içimi yakıyor. Ve kuşlar hala kafamda. Amına kodumun kuşları... Neyse... İçmeyeceğimden emin olduğum çorbayı istiyorum yine de abiden. Çorba geliyor. Zorlasam kendimi! Hayır. Düşüncesi bile midemi kaldırıyor. Tek kaşık almadan bir süre oturuyor sonra kalkıyorum. "Güle güle efendim! " diyor abi. Sus abi deme efendim falan...
Sen şimdi ordasın diye nasıl güzeldir İstanbul
Artık eksiği kalmadı, seninle güzeldir İstanbul
Canımın içi, boğaza baktıysan hele,
dünya gözüyle buluştuysa Haliç'le gözlerin
Nasıl da tamamlanmıştır ikinizin de mavisi
İtalyanca konuşsaydım sever miydin beni?
İngilizce Almanca falan olmuştur tabi de
Eminim hiç İtalyanca bilen sevgilin olmamıştır.
Ben şimdi kursa gitsem,sen beklesen.
Beklemesen bile çok ileri gitmesen.
Ufak tefek yakınlaşmaların olabilir ama ileri gitme olmaz mı?
-Büyüyünce ne olacaksın diye sormadılar bana. O yüzden de hiçbir şey olamadım..
-Her gün bir kaç saat canım fena sıkılıyor. O anlarda hareket eden her şeye küfür etmek istiyorum, ama ayıp olur diye etmeyip yüzlerine bakarak tespih çekiyorum..
-Babamdan hiç dayak yemedim. Ama hiç beni öptüğünü de hatırlamam. Keşke dövseydi. En azından elleri yüzüme değmiş olurdu..
-Noktalama işaretleri içerisinden en çok iki nokta peşpeşeyi seviyorum.. Tek nokta kadar net, üç nokta kadar da belirsiz olmadığından olsa gerek. Bilmiyorum..
-O kadar zaman geçti aradan. Hala oturur,9 yaşındayken kaybettiğim dedem için ağlarım..
-Uğruna hayatımı feda edebileceğim ideallerim yok benim. Küresel ısınmayı engellemek için de hiçbir şey yapmadım bugüne kadar. Afrika'da açlıktan ölen insanlar da neredeyse hiç aklıma gelmez. Duyarsızın önde gideniyim kanımca..




-
Ömer Tuğrap Konak
Tüm Yorumlarfcgyjntyhthy