Ali Lidar Şiirleri - Şair Ali Lidar

Ali Lidar

Yalnızlık.. Bir zaman sonra zorunluluk olmaktan çıkıp tercih olmaya başlar. Onlarla olduğun zamanlarda başına gelenler öyle acıtmıştır ki canını, haline acıyan beynin ya da Tanrı bir savunma mekanizması bahşeder sana. Adı da.. Tercih edilmiş yalnızlık. Bilirsin aslında, hatta hep anlatırsın da. Herhangi bir savunma mekanizmasının hiçbir asıl problemi çözdüğü görülmemiştir ama delirmemek için de onlardan başka dayanacak bir şey yoktur. Gittikçe nur topu gibi bir hastalığa dönüşür bu hal ve tuhaf bir şekilde kendini iyi hissettiğin bile olur bunun sonucunda.. Paranoid kişilik bozukluğu. Paranoid kişilik bozukluğunda gittikçe etrafındaki diğer insanlardan uzaklaşan kişi yakın ilişkiler kuramaz hale gelebilir. Kişinin duygusal anlamda yakınlık kurması özellikle kaçınılan bir olgu olarak görünür, çünkü duygusal yakınlık kendisini muhtemelen incitmeye ve kendisine zarar vermeye niyetli olan diğer insanların eline verilebilecek olan bir kozdur. Kontrolü elinde tutmak isteyen ve böylece diğer insanlardan zarar görmeyeceğini düşünen kişi, etrafındaki olası yakınlıkları bozmak için gerektiğinde açık bir şekilde kızgınlığını göstermeye ya da yalnızlığını bozacak herhangi bir girişimi açık bir şekilde püskürtmeye odaklanmıştır. Bu durum yalnız bireyin bir müddet sonra yalnızlığını kaybetmekten korkması ve yalnızlığını bozabilme ihtimaline sahip olabilecek insanları derhal defetmeye çalışması semptomuna yol açar. Saf yalnızlık, bir müddet sonra saf kontrol anlamına gelmekte ve tehdit edici olabilecek bütün unsurlar yalnızlıkla ortadan kaldırılabilmektedir. En uç noktalarda yaşanan büyük özerklik ihtiyacı, paranoid kişilik bozukluğu semptomları gösteren kişinin kimseden yardım almadan yaşamaya çalışmasını da böylece açıklar.. İyi halt eder..

Devamını Oku
Ali Lidar

Rüyamda ters dönmüş şişko bir kaplumbağaydım
Berkant'a anlattım, "oğlum" dedim "ben rüyamda ters dönmüş şişko bir kaplumbağaydım"
kıçın açık yatmışsındır dedi.
Başka kimseye anlatmadım..
Oysa herkes bilir ters dönmüş şişko kaplumbağalar
birileri ellerini kabuklarının altından dolaştırıp ters yöne çevirmedikçe

Devamını Oku
Ali Lidar

1.
Oktay Rıfat hep içimi acıtmıştır benim. Şiir tarihimizin en yetenekli isimlerinden biri olmasına rağmen hakettiği ilgiyi bir türlü göremedi, gölgede kaldı hep. Orhan Veli ve Melih Cevdet ikilisin ardından anıldı adı. 'Garip' şiirinin en afili abisiydi oysa.. Orhan Veli genç yaşta ölmüş olmanın kaçınılmaz popülerliğinden, Melih Cevdet sonradan olma solculuğundan çok ekmek yedi. Orhan Veli'nin hakkını yememek lazım tabi ama erken ölümü üzerine etrafında oluşturulan bohemist etiket şiirinin ötesine geçti. Melih Cevdet ise özellikle Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladıktan sonra hatırı sayılır bir kitlenin desteğini aldı. Ve pek çok türde eser verdiği için de uzun ömrü boyunca ilgileneni hiç eksik olmadı. Oktay Rıfat ise ne erken öldü, ne bir klana dahil etti kendini ne de tutunamayan/bohem fuları takıp edebiyat gecelerinde arz-ı endam eyledi. Uzun yaşadı. Devlet memuruydu. Evliydi ve karısını çok seviyordu. En güzel şiirlerini onun için yazdı. Düz bir adamdı yani. Yaşamında büyük hayal kırıklıkları, çalkantılar, görkemli kayıplar v.s olmadığı için belki kimselerin çok fazla dikkatini çekmedi. Sıradan bir insandı, sıradan yaşadı ve öldü. Ama yazdıkları, Türkçe'nin ekonomik kullanıldığında nasıl da büyülü bir dil olduğunu, anlamak isteyen herkese kanıtladı.. 'Karıma' şiirinin son iki dizesi bile Oktay Rıfat'ı sevmek için yeterli sebep sayılabilir..

"Mutluluk bir çimendir, bastığın yerde büyür
Yalnızlık gittiğin yoldan gelir.."
Karısının kulağına fısıldadığı küçücük dizeler, bu nasıl sevmek böyle dedirtir adama, isyan ettirir, yazmaktan soğutur. Biliyorum ki hayatlarını şiir yazmaya adamış koca koca adamlar yüzlerce sayfa yazmışlar ama ömürleri boyunca o tek satırın yanına bile yaklaşamamışlardır.

Devamını Oku
Ali Lidar

10.
Yarım saat kadar süren ontolojik hesaplaşmamın ve etraftaki nesnelerle empati kurma çabalarımın sonucunda kendimi özdeşleştirebildiğim yegane nesnenin "bekar evinde kullanılıp bir köşeye fırlatılmış bulaşık süngeri" olduğunu farkettim. Şimdi bu durumdan bir sürü varoluşçu bilinçaltı analizi çıkartılabilir ama bu akşam öyle sikindirik şeyler yazmak niyetinde değilim. İstesem çıkarırım ama hiç uğraşamayacağım şimdi..

Devamını Oku
Ali Lidar

100.
Ama sen o kadar inançla söylüyorsun ki bunu. Büyümemek ve oyun oynar gibi yaşamak neredeyse tutku olmuş sende. Ben de oyun bozan olmak istemediğim için gitmekten bahsediyorum. Çünkü bazı oyunlar seyredilmez. Ya dahil olunur bazı oyunlara ya da çekip gidilir ortası yoktur. Tabi senin kafandaki çeviri merkezi o kadar saçma sapan çalışıyor ki bundan çıkardığın anlama şaşırmadım. Ama yine fena halde yanıldın. Dilediğince oyna içinden geldiği gibi davran dedim ama o kısacık cümlenin içinde söyleyemediklerimi görmedin sen. Orada bir hayıflanma var her şeyden önce, sonra feci bir imrenme ve özenme. Hayatta en çok övündüğü şeyi, içinden geldiği gibi oyunlar oynayıp yaşamayı artık beceremediğini düşünmeye başlayan bir adamın samimi bir kıskançlığı var orada. Artık bana yakışmayan şeylerin sende nasıl da güzel durduğunu fark etmek ve iç çekmek var orada. Kelimelerin ekonomik kullanımına bakıp tuhaf yorumlar çıkarmak da bir tür oyun mu yoksa. Eğer öyleyse kızmamalıyım değil mi? Belki bu da oyuna dahildir kim bilir? Oyuna devam..

Devamını Oku
Ali Lidar

101.
Ben olmasam ne olur? Ne zaman kendimi biraz da olsa önemsediğimi fark etsem aklıma hemen Yılmaz Odabaşı'nın dizeleri gelir.
"Şimdi ölsek; en fazla kahvede çaylar soğur.."

Devamını Oku
Ali Lidar

102.
Kendimi dahi anlamına gelen -de gibi hissediyorum. Diğerleriyle bitişik durduğum zaman huzursuzlanıyor, sırıtıyor, eğreti gibi oluyorum. Benim ayrı yazılmam lazım kimselerin yanına yakışmıyorum..

Devamını Oku
Ali Lidar

104.
Bazı şeyler söylenmez. Utanmakla ya da korkmakla alakası yoktur bunun. Bazen 'kelimeler bazı anlamlara gelmez.' Başkaları cehennemdir demiş Sartre taa ebesinin.mının bilmem kaç yılında. Eğer Sartre o zaman o lafı etmeseydi ben tam olarak şu an buna benzer bir laf edebilirdim. Derdim ki şimdi her insan birilerinin cehennemidir. Tabi bu lafı eden ben olduğum için bir bok anlaşılmazdı. Olsun, zaten hayatım tekrarlardan ibaret olan vahim bir anlatım bozukluğu olduğundan buna içlenecek falan değilim. Demem o ki hep birlikte oturup Ferdi Tayfur dinlesek her şey daha anlamlı olabilir. Evet birlikte. Ama ayrı ayrı ve başka başka yerlerde. Uzak duralım birbirimizden ve mütemadiyen Ferdi Tayfur dinleyelim. İlk paylaşımı en günahsızımız yapsın..

Devamını Oku
Ali Lidar

105.
İsviçre'li psikolog Kübler-Ross üzüntü ile ilgili muazzam şemasında keder dediğimiz şeyin beş evreden geçtiğini söyler. İnkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul. Bu hiyerarşiyi bütün ömrümüze yayabiliriz aslında. Çok sevdiğimiz birinin ölümünü ya da ondan ayrılma sürecimizi düşünün örneğin. Bu durumla karşılaştığımızda ilk yaptığımız şey hayır demektir. Hayır, olamaz, bu benim başıma gelemez, bir yanlışlık olmalı, sakin ol her şey yoluna girecek.. Bu acıklı inkar evresinin hemen ardından öfke evresine geçeriz. O'na ya da kendimize acımasızca saldırmaya başlarız. Olağanüstü enerjik bir evredeyizdir. Lanet olsun, canı cehenneme, canım cehenneme, herkesin canı cehenneme, defolsun gitsin, iyi oldu vs.. Sonra öfke yatışır ve pazarlık evresine geçilir. Olacakları ertelemeye ya da en azından sonuçlarını hafifletmeye çalışırız pazarlık evresinde. Öfkenin yerini kaybetme gerçeğiyle karşı karşıya kalmanın burukluğu alır. Hatalarımızı düzeltmek için umutsuzca çabalar, öfke evresinde ağzımızdan çıkan kötü sözler için özürler diler, tutamayacağımız sözleri arka arkaya sıralar ve bir çıkış yolu bulmaya çalışırız. Elbete nafile bir çabadır bu. Hiçbir sonuç vermez ve biz korkunç bir değersizlik hissiyle depresyon evresine geçmiş oluruz. Yapabileceğim hiçbir şey yok deriz, hiçbir şeye gücüm yetmiyor, elinden hiçbir şey gelmeyen zavallının tekiyim ben ve başıma gelen her şeyi hakediyorum. Bu evre en tehlikeli evre olmakla birlikte (ki uzunluğu durumun vehametine göre diğer üç evreden çok daha fazla olabilir) aslında ışığın görülmesi açısından iyileşme öncesi evre olarak da nitelendirilebilir. Eğer bir şekilde ölmemeyi başarırsak kabul evresine geçeriz. Öfke evresindeki sahte kabullenişin yerini gerçek bir tevekkül ve kabul alır bu evrede. Olanları kabullenmeye başlayıp kendimize akacak başka mecralar aramaya başlarız. Tabi bu sıralama herkes için genellenemez. Evrelerin sıraları kişiye ve duruma göre değişebilir. Ama bu beş evre, her telafisi olmayan kayıpla birlikte yaşadığımız ve ölene kadar da yaşamaya devam edeceğimiz manik-depresif ruh hallerimizin en net sığınaklarıdır..

Devamını Oku
Ali Lidar

106.
Hem ben eldiven takmam bilirsin ve ellerim hep üşür.. Hiç çıkarmayacak mıyım ceplerimden? Burnumun direği şimdiden sızlamaya başladı. Kaç şişe kanyak içsem sıfırdan başlarım?

Devamını Oku