Durdum düşündüm sonra neden olmasın dedim olmaz gerçi zor çok zor olmaz olmamalı ama olsa olmaz mı bir kez olsa bu kez olsa o bir kez bir daha olmasa olmaz mı ki olur belki de ya olduktan sonra olacaklar ne olacaksa olsun hep sonra olacakları düşünmekten olmaz etmedim mi olacakları bu kez bari aklım rahat bıraksa beni bak aklım canım aklım dur sen karışma olur gibi görünüyor bırak üzerinde çalışalım biraz sen bana bir şans ver ben kendime o bana ben ona bakalım görelim deneyelim olur gibi duruyor sanki olmaz deme bıktım artık senin olmazlarından olmaz olmaz dedin olmadı bugüne kadar bu kez olsun izin ver bana olacak sanki kuvvetli bir inanç belirdi bu kez engel olma gözünü seveyim sen dur bir süre bir kenarda yanlışsa ben gelir özür diler yine senin dediğin gibi davranmaya devam ederim ama şimdi değil özellikle şimdi hiç değil aklım akıl verme bana söyleyeceklerini biliyorum bu çok saçma diyeceksin haklı olduğunu da biliyorum ama kararlıyım dinlemeyeceğim bu kez seni güzel aklım rahat bırak beni şimdi kavga etmenin hiç sırası değil bak böyle tartıştıkça biz onu ürküteceğiz bizi deli zannedecek sonra yok zannetmez o tanır seni çok zaman geçti ama belki unutmuştur ya da unutmamıştır neyse bilmiyorum şimdi tamam zannederse zannetsin ama sonra bak daha kimse kimseyi tanımıyor ortada hiçbir şey yok hiszanumutümitistekbelkikeşkeacaba karışımı duygu semptomları var sadece ve hepsi o kadar yeni ki tırnak yemekten bile on senede vazgeçen adamsın on saatte nasıl böyle duygu manik depresifitesine uğradın deme bana içinden bu kez öyle oldu işte bana özür diletme bırak bende alışkanlıklarımın dışına çıkayım yanılma ihtimalim kuvvetle muhtemel malum ama bırak öyleyse de kendim göreyim bunu bir kez olsun bana izin ver..
"Babaları eve gel-e-meyen çocuklara"
Benim babam işçiydi. Şeker Fabrikasında çalıştı otuz yıl. Öyle tehlikeli bir iş yaptığı söylenemezdi. Fabrikanın Ziraat kısmının park-bahçe bölümünde çiçekle böcekle falan ilgilenirdi. Sabah sekizde işe gider beş buçukta da işten çıkardı. Ve ben neredeyse çocukluğumun her beş buçuğuyla altısı arasını havanın durumuna göre bahçede, eşikte ya da cama tüneyerek geçirirdim. Bir keresinde babamın işten çıkacağı saate yakın bir telefon geldi. İş kazası geçirmiş. Bakımını yaptığı çim biçme makinesine elini kaptırmış. Ambulansla hastaneye götürmüşler. Ona bir şey olacak diye öyle korktum ki, nerede ne zaman babasına bir şey olduğunu düşünen bir çocuk görsem onun acısını bütün kalbimle hissederim hala. Allahtan çok ciddi değilmiş durumu. Bir kaç dikiş ve bir hafta raporla döndü eve...
O zamanlar kahve alışkanlığı vardı babamın. Annemin deyişiyle "kumara" giderdi bazı akşamlar iş çıkışı. Kumar denilen şeyin çayına kahvesine çevirilen okey olduğunu yıllar sonra anladım. Ama anneme şimdi bile sorsanız, babamın o zamanlar kumar oynadığını söylemeye devam eder...
Düştüm düşüyorum bak
Bir acaip sendelemece
Tut elimden kaldır
Ben gelemiyorum oraya
Beni yanına aldır
Beş sene boyunca aynı kızın peşinden koştu Barış (Üniversitenin ilk haftasında, amfide görür görmez karar vermiş Güliz’e aşık olmaya.) Mezuniyet törenine kadar da bir an bile vazgeçmedi. Güliz onu sevmedi. Ama uzak da tutmadı kendinden. Hemen hemen her gün görüştüler. Barış hislerini hiçbir zaman saklamadı. Kızın sevgilileri oldu arada. Barış’ın hiç olmadı. Zamanla herkes öyle kanıksadı ki bu durumu, Güliz’in sevgilileri bile Barış’ı yadırgamamaya başladı. Bir çeşit eğlenceye dönüştü hepimiz için onun bu hali. Bu işte o salak diye uzaktan parmakla gösterildiğine bile şahidim. İlk bir kaç yıl o kadar samimi değildik biz. Ortak arkadaşlar vasıtası ile durumdan haberdardım. O zamanlar da acırdım haline uzaktan uzağa. Güliz’e de kızıyordum içten içe..
Üçüncü sınıfla birlikte Barış’la samimiyetimiz de ilerledi. Sordum bir gün. Yoğun bir ucuz şarap akşamı. Bir artı bir öğrenci evinin mutfağındaydık ve kafalar hafiften dumanlanmaya başlamıştı.
”Neden Barış? ”
Günün onbeş saatini falan yatakta geçiriyorum şu aralar. Uyuduğumdan değil, toplasan üç dört saat ancak uyuyabiliyorum. Yataktan çıkmıyorum, çıkmak istemiyorum çünkü ayağa kalktığımda yapmak istediğim hiçbir şey yok. Oda ısısı ne olursa olsun pikeye sarılıp boş boş duvarlara ya da televizyona bakıyorum. Bir an önce yarın olsun diye bekliyorum, yarın da bir sonraki yarını bekleyeceğim. Ne zamana kadar? Ayağa kalktığımda yapacak çok önemli bir işim olduğunu düşündüğüm zamana kadar..
Kafka'nın doğum günüymüş bugün. Belki de dün. Emin değilim. Onun çağında yaşasaydım gidip ona derdim ki, bu kadar üzülme, bak ben de her şeye çok üzülüyorum ama bi boka yaramıyor. Bir de Milena seni seviyor aslında ben biliyorum.. İyi ki doğmuş Kafka, yoksa kim tarif ederdi sıkıntının nasıl bir şey olduğunu..
Kalp kırdığım zamanlar üzülüyorum en çok. Ama öfke öyle sikik bir şey ki ne ağzından çıkanı duyuyor insan ne de gözü bir şey görüyor. Ve bizi birbirimizden koruyacak kimse yok. Evrensel bir lanet bu. Kesinlikle eminim en büyük hatamız insan içine karışmak. Sebep olanlara bir şey demiyorum bu kez, Allah herkesi bildiği gibi yapsın..
Peki! Anladım! Neyse! ... Tek kelimelik cevaplar öldürecek beni. Hiç cevap vermemek daha iyi lan. Karşındaki susuyorsa bunun bir anlamının olduğunu, o an başka bir şey düşündüğünü ya da sadece susmak istediğini düşünebilirsin. Tek kelimelik cevaplar ise 'kapa çeneni, kes sesini' çağrışımı yapıyor nedense. Neyse...
Bu ülkenin insanları için çok üzülesim geliyor bazen. Fakat üç şey bütün üzüntümü silip atıyor ve ne bok yerlerse yesinler diyorum. Sokak düğünleri, asker uğurlama konvoyları ve orman mangalı organizasyonları... Üçünde de o kadar çabuk organize oluyorlar ve o kadar ritmik ve sistemli hareket ediyorlar ki, bu insanların herhangi bir şeyi yanlışlıkla yaptıklarına ihtimal vermek güç. O yüzden her ne geliyorsa başlarına bile isteye sebep oluyorlardır deyip gülüveriyorum...
Birini çok özlediğinde rakı içiyorsun. Rakı içtikçe daha çok özlüyorsun. Daha çok özledikçe daha çok içmek istiyorsun. İçtikçe daha da çok özlüyorsun. Al sana paradoks...
Siz bayan, bilir misiniz ne çok şey demeksiniz?
İkindi rakısı gibi buğulu bir hüznü
Dağıtmaya bile yeter tek bir gülümsemeniz
Korku bazen çöreklenir
Ne yapacağını bilmez ya insan
Derken akla gelirsiniz, ne hüzün kalır ne isyan.
Ama sen orada öylece kayıtsız durarak başka türlü bir yaşam ihtimalinden bahsediyordun bana ve benim buna kayıtsız kalmam çok zordu. Ben ki bir sürü Thomas Bernhard okumuştum Georges Perec Robert Musil falan ama sen başka şekil bakıyordun bana. Ömrümün bütün rakılarını içmiştim sanki bütün İlhan Berk'lerini okumuş bütün mezarlıklarını dolaşmış bütün Leonard Cohen'lerini dinlemiş ve bütün sevişmelerini tüketmiş sonra bütün bilmem ne bokları varsa hepsini yediğimi sanmıştım ki sen çıkıp saçma sapan bir yerlerden bana öylece baktın. Yavrusunu kaybetmiş egzotik bir hayvan gibi baktın bana.. Cepleri sigara dolu kibritsiz bir meczup gibi baktın.. Çaresizlikten ne halt işleyeceğini bilemeyen hastanın doktoruna baktığı gibi baktın. Durduk yere ikinci sarı kartı görüp oyundan atılan topçunun zavallıca hakeme baktığı gibi baktın.. Cadı olduğu iddiasıyla yakılan Elizabet Crowley'in dumanların arasından cellatlarına baktığı gibi baktın.. Çarmıhtaki İsa'nın Yehuda'ya baktığı gibi baktın bana. O an dünyada ne kadar siktir git varsa hepsini birden çekip yol vermeliydim sana, ama sen dilimi bağlayacak kadar kuvvetli baktın. Unutmak üzere olduğum bir Orhan Gencebay şarkısı gibi baktın bana(Bir teselli ver ya da Musalla Taşı) , adını bile unuttuğum ilk aşkım gibi baktın. Annemin babama en kızarak attığı bakışla baktın bana -ki içinde otuz beş yıllık senden nefret bile etsem senden başka gidecek nerem var ki- yi en trajik dramatizasyonlarla barındırır o bakış. Öyle bir bakıştır ki o bakış sen bilemezsin kimse bilemez bir ben bilirim Brecht görse tövbe ederdi oyun yazmaya. Komşumuzun oğlu Efe'nin kinder sürpriz yumurtaya baktığı gibi baktın.. Öyle bir baktın ki bana, ben dünyanın en işe yaramaz adamı olan ben kendimi bir halt zannettim.. Senin bakışınla coşup kocaman kocaman misyonlar yükledim kendime. Sen bana biraz daha öyle baksan ben tütünü küfürü tespihi bırakır iyi bir adam bile olurdum. Anahtarın kilite baktığı gibi baktın bana, nalın at topuğuna baktığı gibi.. Uyumamıştım iki gecedir, sıcak bir yatak gibi baktın bana. Sen bana bakarken, ben ömrümün en güzel dersini anlattım en sevimli şarkısını söyledim en görkemli kitaplarını okudum. Kısacık bir an baktın sen bana ama ben o an içimde Einstein'i dirilttim. Aldım o bakışı ışık hızında giden bir uzay mekiğine koydum. Sen bana bakarken zamanı aştık biz. Moleküllerimiz ayrıldı. Saçma sapan bişey olduk bakışların ve ben. Sen bana bakarken Nuri Alço bile Rahibe Teresa kadar masumdu. Cebimde ne varsa şehrin bütün dilencileriyle paylaşabilirdim. Rapunzel bile anlardı beni. Bütün faili meçhuller aydınlığa kavuşurdu biraz daha baksan, belirsizliğin gölgesine saklanmış ne kadar suç varsa hepsi gün ışığına çıkardı. Sen bana öyle bakmaya devam etseydin evren kötülüğe gizliliğe karanlığa daha fazla izin veremezdi.. Ama sen bana bir saniye baktın, tek bir saniye.. Şimdi arkandan ne söylesem boş.. İçimden geçenlerle dilime gelenler saçma bir savaş içindeler.. o değil de sen bana nasıl baktın öyle..
Garip bir tedirginlikle uyandım ve cama yöneldim. Gelmişti sonunda. Çoktan bahçemizin zeminini kaplamıştı. Kışın ilk karı yağmıştı ve sen çoktan gitmiştin. Benden başka kimse bilmez, sen en çok kar yağarken güzeldin.. Bir an önce çıkmam lazımdı evden, ama oyalanmak için de her şeyi yapıyordum. Hatırlıyor musun sözleşmiştik seninle nerede olursak olalım kimin olduğu yere ilk kar düşerse diğeri işini gücünü bırakıp oraya gelecekti.. Televizyonu açtım çıkmadan. Oraya da kar yağmış. Şimdi oradasın ya, nasıl da güzelsinizdir allahın belası şehir ve sen.. Atlayıp trene gelebilsem.. İmkansız biliyorum. Çoktan sokağa atmışsındır kendini. Nefret ettiğin çamur grisine dönüşmesin diye karın rengi basıp ezmeye de kıyamazsın. Oysa benden başka herkese ve her şeye merhametli olan sen istesen bile taze kar öbeklerini incitemezsin. Eprimiş açık mavi berenle, güve yeniği taklidi kaşkolunla ve melek hafifliğinde yürüyüşünle nasıl da güzel süzülürsün uçsuz beyazlığın üzerinde..
Benimse işim zor. Sensiz yağan ilk karla hesaplaşmam lazım. Sıkı sıkı giydirilmiş ve sadece burunlarının ucu görünen bebeklerin berelerini aralayıp baktığımda, seninle beraber gördüğümüz boncuk boncuk gözleri görebilecek miyim yine? Peki bütün dünyadan saklandığımız odunpazarındaki parka nasıl içim titremeden gidebileceğim? Ellerimi yakan boza nasıl boğazımdan geçecek? Konaktan bozma lokantaya kahve içmeye gidersem yine ve ilkokul öğretmenine benzettiğin tonton teyze bana seni sorarsa ne cevap vereceğim? Hem ben eldiven takmam bilirsin ve ellerim hep üşür.. Hiç çıkarmayacak mıyım ceplerimden? Burnumun direği şimdiden sızlamaya başladı. Kaç şişe kanyak içsem sıfırdan başlarım?




-
Ömer Tuğrap Konak
Tüm Yorumlarfcgyjntyhthy