Ali Lidar Şiirleri - Şair Ali Lidar

Ali Lidar

On dakikadır kafamda uçsuz bucaksız bir yeşil
Ve kesileceğinden habersiz yeşilliklere gömülüp
Sakin sakin otlayan bir kuzunun huzuru
Hayat ne tuhaf allahım nelere özeniyor insan
Az önce oturup saydım tam altı yerim ağrıyor
Atıl bir ardiye çöpü gazı kaçmış kutu kola

Devamını Oku
Ali Lidar

bob dylan.. ya da siktiret şimdi orhan gencebay daha iyi anlatır bizi;

bir zamanlar benim sevgilimdin
yanımdayken bile hasretimdin
şimdi başka bir aşk buldun
mutluluk senin olsun..

Devamını Oku
Ali Lidar

Ottawa’da bir otel -nedenini bilmiyorum-
İn the cros files, My Way, Veleddalin amin
İyice bi sıcak olsa, böbreklerim ağrıyor
Geyik kanı istiyorum, lütfen allahım, amin..

Biraz zorlasam kendimi sanki yedi atacağım

Devamını Oku
Ali Lidar

Başka bir oyunun parçasıyım şimdi. Seninleyken oynadığımız oyun gerçek bir hayat yaşıyormuşum hissi vermişti ilk kez. Fakat ne yazık bütün mükemmel oyuncular gibi rolünü kötü oynayıp gittin. Falso vermedin hiç, o kadar kötü oynadın ki bunun oyun olamayacak kadar gerçek olduğunu zannetmiştim. Müthiş bir ustalık bu, oyun oynamak ama bunu kötü yapmakta ustalaşmak ve karşıdakine neredeyse oynamıyormuş gibi hissettirmek. Kısacık zamanda kendimi kaptırdığım oyun büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Şimdi başka bir oyunun parçasıyım, senden çaldığım rolü tek başıma oynamaya devam ediyorum ama bu artık başka bir oyun. Varmışsın gibi yapıyorum, ama senin kadar kötü oynamayı beceremediğimden gerçek gibi gelmiyor bana bir türlü. Musallat olacağın diğer hayatları da kötü oyunlar oynanan sahnelere çevirebilecek misin bilmem. Ama kabiliyetli olduğunu biliyorum, bir de benim gibi saf bir rol arkadaşı bulursan çok daha büyük trajedilere vesile olacağından hiç kuşkum yok.. Başarılar diliyorum...

Devamını Oku
Ali Lidar

Beklemek.. Çok sabırsızsan, ömrün geç kalmalarla geçmişse ve artık hiçbir şeyi beklemeye tahammül edemiyorsan ama başka çaren de yoksa ruhunun başına gelebilecek en büyük işkencedir beklemek. Godot'yu bekler gibi tıpkı. İçine düştüğün çıkmaz uzaktan bakan herkesi gülümsetecek kadar komik ve yine aynı herkesin nasihatler yağdıracağı kadar da acıklıdır. Traji-komik.. Hiç gelmeyecek bir telefonu beklemek tıpkı tren yolu olmayan bir şehirden tren beklemek kadar acıklıdır. Üstelik tren yolu olmayan şehirden beklediğin trende gelmesini umduğun yolcunun olup olmadığı da belli değilse. Alın işte hem trajedi hem de komedi. İki perde. Oyunumuza hoşgeldiniz. Lütfen yedi yaşından küçük çocukları salonumuzdan çıkartınız. Onların oyunumuzu anlama ihtimali çok kuvvetli çünkü ve bizim oyunumuzun esası anlaşılmamak üzerine kurulu. Biz acı çekeceğiz siz de kahkahalarla güleceksiniz bu kadar basit herşey. Delileri de almıyoruz üzgünüz. Deliler ve çocuklar oyunun komikliklerini atlayıp bize acımaya ve ağlamaya başladıklarından dengemizi kaybediyor ve devam edemiyoruz. Tecrübeyle sabittir. Daha önceki oyunularımızı izleyen bu güruh her şeyi daha da içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Çünkü bizi anlamaya ve bizimle birlikte acı çekmeye başlamışlardır. Bizim sizin gibi aklı başında izleyicilere ihtiyacımız var. Rahat koltuklarınızda çaresizlikten düştüğümüz acıklı durumlara gülmeniz esasına göre yaşadık biz hayatımızı! . O yüzden lütfen.. Çocuklar dışarı! . Evet başlıyoruz şimdi. Birinci perde. Öleceksiniz gülmekten hazır olun. Ve beliriyoruz sahnede. Selam vermeyi beceremeyerek ve nereye bakacağımızı bilmeden şakınlıkla gözlerimizi gözlerinizden kaçırmaya çalışarak ilk alkışı alıyoruz yükselen kahkahalarınızın eşliğinde. Sonra nasıl her söylenene inanılır bölümüne geçiyoruz. Seyircinin en çok eğlendiği bölümlerden birisi.. Sevgili, seni seviyorum diyor hemen inanıyoruz, önemlisin sen diyor koltuklarımızı kabartıyor sen diyor bir tanesin akıllısın yakışıklısın beni en güzel sen seversin. Başımıza gelecekleri bilmediğimizden öyle bir sarılıyoruz ki ona oyunun sonunu farkeden akıllı izleyicinin kahkahaları bile ulaşmıyor kulaklarımıza. Mutlak bir inançla ve daha önceki aldanışları aklımıza bile getirmeden her söylenene inanıyoruz. Ve o kadar güzel oynuyoruz ki rolümüzü sonlara doğru bazı daha az akıllı seyircinin neredeyse kafası karışır gibi oluyor. Merak etme seyirci, bizim oyunumuzda şaşkınlığa yer yok her şey beklediğin gibi gelişecek biraz sabret.. Boşuna bilet almadınız değil mi? sizi üzecek halimiz yok.. Sonra her söylenene inanma bizde alışkanlık haline geldiği an sevgili sevgilimiz sırtını dönüp gidiveriyor. Kalakalıyoruz ortada. Kulaklarımızda bize söyledikleri. Evet ikinci bölüme geçtik artık. Umutla bekleme. Yanıldığını anlayıp döneceği umuduyla beklemeye başlıyoruz çok şey yapmak isteyerek ve hiçbir şey yapamayarak. Bu halimiz seyircide gülmenin tavan yaptığı an oluyor. O kadar belli ediyoruz ki çaresizliğimizi sevgili bile gülmekten alamıyor kendisini. Bir süre bekledikten sonra oradan oraya koşturuyoruz yalvaran bakışlarımızla peşinden koşup kendimizi affettirmeye çalışıyoruz, gözüne girmek için acınacak hallere sokuyoruz kendimizi kurtlar gibi böğürerek ağlıyoruz öfkeleniyoruz sinir krizleri geçiriyoruz bağırıp çağırıyoruz çığlıklarımız kahkahalarınıza karışıyor ve.. Ara veriyoruz on dakika ihtiyaç molası. Buradayız biz merak etmeyin ikinci perdeyi oynamaya devam ediyoruz. Herkes çıktı mı? Güzel.. Evet şimdi evlerinize gidebilirsiniz. Oyunumuz post moderndir abiler ablalar.. İkinci perde sahnede değil dışarda devam edecek. Evlerinize gidin yüzünüzdeki gülümsemeyle. Biz teker teker gelip yanınızda oynayacağız ikinci perdeyi. Evet biletle birlikte ruhumuzu da satın aldınız. Çağırın istediğiniz zaman kaldığımız yerden evinizin salonunda devam ederiz. Yalnız lütfen çocuklarınızı yatırdıktan sonra çağırın.. Bir de, deliler..

Devamını Oku
Ali Lidar

Son on yıldır her buhranlı zamanımda yaptığım gibi Georges Perec’ e sarıldım şu aralar. Böyle anlarda aşağılanmaya ihtiyaç duyuyor insan ve dünyada bunu Perec kadar ustaca yapan ikinci bir yazar yok. Kendisininki dahil tüm yaşamları oyun olarak gören büyük usta dille, kültürle, modernizmle ve insanlığın bütün ortak birikimiyle o kadar güzel geçer ki dalgasını kanatlanmaya hazır egolarımızın balon gibi sönüverdiğini görürüz. Büyük savaş yıllarında anne ve babasını savaşta ve toplama kampında kaybettiğinde henüz küçük bir çocuk olan Perec, bu travmayla ancak oyun metaforuyla baş edebilmiştir. Yıllar sonra hiç e harfi kullanmadan yazdığı Kayboluş romanı - ki Fransızcada en çok kullanılan harftir e- bu kaybolma oyunun olağanüstü bir sonucudur. Bu kitabıyla bir taraftan post-modern anlatım tekniğinin en ustaca örneğini vermiş diğer taraftan da dilin ve edebiyatın ciddiye alınmadığı müddetçe değerli olabileceğini kanıtlamıştır. Ne demektir dilin ve edebiyatın ciddiye alınmaması? Yazma ve okuma gereğinden fazla ciddiye alınırsa eğer kaçınılmaz bir üretme kabızlığına düşer insan. Biçim kaygıları, ifade seçiminde zorlanmalar, dilin, anlatının çerçevesini belirleyen ve bir yerden sonra yaratıcılığı engelleyen sınırları edebi bir metin oluşturmaya çalışan bireyin yaşadığı temel sıkıntılardır. İşte yazının deli-dahisi Georges Perec kendisini tüm bu sıkıntılardan kurtararak bir nevi Mesih gibi yeni bir edebiyatın mümkün olduğunu ve bunun aslında düşünüldüğü kadar ciddi bir şey olmadığını kanıtlamıştır. Onun için kelimeler, hatta harfler büyük bir oyunun küçük parçalarından başka bir şey değildir. Yeterince cesur ve yetenekli olan her yazar bir süre sonra bu kelime ve harflerin efendisi olur, onlara hükmetmeye başlar. Bunun sonucunda da tıpkı Kayboluş’da yaptığı gibi anlatmak istediği şeyi hem mükemmel bir ustalıkla anlatır hem de basmakalıp bütün anlatım tekniklerine ve dile meydan okur. Bir yazarın yazdığı dile meydan okuması da karşılaşılabilecek en büyük edebi kahramanlıktır. Ama Perec’in hünerleri sadece dilin dersini vermekle sınırlı değildir. Başta da ifade ettiğim gibi onun için her şey bir oyundur ve oyuna dahil olan tüm unsurlar edebi anlatının malzemesi olabilir. Bunun en güzel örneği de her seferinde şaşkınlıkla okuduğum “Ücret Artışı Talebinde Bulunmak İçin Servis Şefine Yanaşma Sanatı Ve Biçimi”dir. Evet kitabın ismi bu ve sadece kitabına bu ismi koyması bile ne tür bir belayla karşı karşıya olduğumuzun göstergesidir. Kitabın bütün içeriği aslında başlıkta söylenmiştir. Metnin tamamı tek bir cümleden oluşur; büyük harf dahil hiçbir imla işaretinin kullanılmadığı sayfalar boyunca durup nefes alınacak bir yer dahi yoktur. ‘Her seferinde yeni bir biçim alır gibi görünse de sık sık ve bilinçli olarak yapılan tekrarlar giderek boğucu hale gelir ve örneğine ancak Kafka’da rastlanabilecek bürokratik bir anafora dönüşür. Ama bir yandan da komik ve eğlencelidir.
Bütün bu tekrarlar aslında çalışma hayatının, adına büro denen canavarın temel işleyiş biçimidir. Ücret artışı talebinde bulunmak için şefiyle görüşmek isteyen kahraman, defalarca sekreterle çene çalmak ya da koridorda bir ileri bir geri gidip gelmek durumundadır. Sekreterin nasıl bir gece geçirdiğinden, şefin o an nasıl bir ruh hali olduğuna varıncaya kadar birçok değişkene bağlı olan şey, zam hayalinin gerçekleşmesi, giderek absürdleşen bir döngü içinde önemini tamamen kaybeder. Bu haliyle Sysiphos'un o bitmek bilmeyen ve aslında hiçbir yere varmayan, tek edebi kahramanı sonsuz bir cezaya çarpıtmak olan hikayesinin modern bir versiyonu gibi de okunabilecek olan kitabı bitirip kapağını kapattığımızda, bir yandan gerçek bir edebiyat şöleni yaşadığımızı hissederken bir yandan da o cümlenin yine sürekli değişerek kafamızın içinde dönüp durduğunu fark ederiz.’
Bütün insani duyguları aynı anda yaşatan Perec, okuru zekasıyla güldürür, parlak buluşlarıyla şaşırtır ve hüznüyle duygulandırır. Daha dört yaşındayken, savaşa gönüllü katılan babasını, yedi yaşındayken de Naziler tarafından Auschwitz’de öldürülen annesini kaybeden Perec’in, mutsuz geçirdiği çocukluk yıllarında içine işleyen acılar, o ne yaparsa yapsın, hangi çatlağı kapatmaya uğraşırsa uğraşsın metninin dışına sızar ve okura bulaşır. Bir taraftan oyunlarıyla bizi şaşkına çevirirken diğer taraftan bu oyuna yol açan trajedi yüreğimizi burkar.
Onun olgunluk döneminin en önemli ürünü olan Yaşam Kullanma Kılavuzu ise gerçek anlamda edebiyatın sınırlarının çizildiği ve ancak Joyce, Proust, Nabokov, Kafka gibi ustaların yapıtlarıyla kıyaslanabilecek bir eserdir. Go, Puzzle gibi “gerçek oyunlar”ın eşliğinde olağanüstü bir genel kültür labirentinde kaybolmamızı sağlar.
‘Matematik denklemleri, bir satranç maçındaki ölümcül pozisyon, anlamsız kitap başlıkları, reklam panoları, her şey bir anda okurun önüne çıkabilir ve metindeki bu kara noktalardan saf görsel boyuta bir kapı açılır. Hiçbir şey kitabın baskısı için bile olsa şekilsel değişikliğe uğramaz, italik yazılar asılları gibi basılmıştır. Paragrafların arasına sıkışmış bir restoran menüsünün etrafındaki süsleme bile aynen kalır. Geçmiş zaman kipini en baştaki ana varmak için kullanır yazar.’ Karakterlerinden birini tanımlamak için kullandığı kelimeler aslında yapıtın tamamı ve kendisi için de geçerlidir. “Ondan geriye hiçbir şeyin, kesinlikle hiçbir şeyin kalmamasını istiyordu, ondan, boşluktan başka bir şeyin, hiçliğin lekesiz beyazlığından başka bir şeyin, yararsızın boş mükemmelliğinden başka bir şeyin çıkmasını istemiyordu” (82.Bölüm,s.437)
Kitap okumak aslında bize sıkıldığımız ve baş edemediğimiz diğerlerinin dünyasından kaçma şansı verdiği için zaten ayrıcalıklı bir durumdur. Ama eğer bir Perec okuruysanız ve etrafınızda Perec okuyan çok fazla insan yoksa bu durumun size vereceği ekstra ayrıcalık iyi ki onlar gibi değilim diyebilmenize içtenlikle yardımcı olur. Georges Perec bütün oyunbazların, büyüyemeyenlerin, çabuk sıkılanların, mutsuzların, yalnızların, kaybolanların ve kaybedenlerin kıvırcık saçlı koca kafalı peygamberidir…

Devamını Oku
Ali Lidar

Ruhum kana bulanmış, faili malum.
Artık beni anlayacak tek canlı,
Mermi kovanını oyuncak yapan Filisitin'li bir çocuk..
Gidecek yeri olmayan bir adam nereye gider?
Ve neresidir sığındığı her yerde sığıntı olanın yeri?
Kaldırdım kafamı şöyle bir, pas verecek arkadaş aradım.

Devamını Oku
Ali Lidar

Eğer birini gerçekten özlüyorsanız bunu doğru ifade edebilecek cümleleri saatlerce arasanız bile yazacak hiçbir şey bulamazsınız. Çok, pek çok, en çok diye devam eden cümleler birer ölçü ifade ederler ve bunların daha çoğu da hep mümkündür. Ama gerçekten özlüyorsanız söyleyebileceğiniz hiçbir şey yoktur.. Öfke, kızgınlık, kavgalar. Birer birer kaybolurlar ve geriye sadece o kalır. Bu sevgiden beslenen ama zamanla onun bile ötesine geçen bir duygudur. Tarifi mümkün olmayan ancak etkilerine bakarak gücünü hissedebileceğiniz bir his. Yumruk gibi takılıp kalır boğazınıza, her yerde sizinle beraberdir. Bundan kurtulmak için çabalar durursunuz ama nafile. Zaman zaman unutturur kendisini, geçer gibi olur. Sevimli bir çocuk bakışı, arkadaşlarla içilen bir kaç bardak rakı, günlük hayatın sıradan koşuşturmaları bazen o hissin üstünü örter gibi olur. Unutmazsınız ama, alıştığınızı zannedersiniz. Ve yalancı bir rahatlamaya doğru kayar bünyeniz. Ama sonunda, özellikle yalnız olduğunuz bir an gerçek çırılçıplak dikiliverir karşınıza. Özlüyorsunuzdur işte, bütün o yalancı rahatlamalarınız illüzyondan başka bir şey değildir. Küçücük bir şeyle kol kola çıkar karşınıza ve ruhunuzu yeniden kanatıverir o his. Bazen bir eşya, bazen bir şarkı, ya da telefonunuzun titreşivermesi.. Zaman mekan tanımaz. Ve böyle zamanlarda insanın en zavallı halini yaşarsınız. Çaresizsinizdir, uzaklaşmak istersiniz neredeyseniz, gülümsemeye çalışırsınız ama yüzünüzdeki tebessüm yeni boyanmış beyaz bir duvarda öldürülen sivrisineğin kalıntısı gibi iğreti durur.. Vicdan azabı gibi dolaşırsınız insanların arasında. Kurtulmaya çalıştıkça komik durumlara düşersiniz. Karmakarışık beyniniz ve paramparça ruhunuzla oradan oraya sürüklersiniz kendinizi bir süre. Zamanla bu hareketliliğin yerini acınası bir kabullenme alır. Artık eminsinizdir, özlemek sizin kaderinizdir. Ve bununla mücadele etmekten vazgeçersiniz. Unutmaya çalışmışsınızdır, ama olmamıştır. Sakinleşirsiniz artık, bu belki de en acı evredir. Beklemeye başlarsınız, kimselere bir şey anlatmazsınız. Hayat etrafınızda akıp gitmeye devam eder ve kimselerin sizin acılarınızı uzun uzun dinlemekle geçirecek kadar uzun zamanı yoktur. Kelimenin tam anlamıyla yapayalnızsınızdır artık. Beklersiniz, bu bekleyişin sonu var mıdır yok mudur bunu hiç kimse bilemez. Umudunuzu hiçbir zaman yitirmediğinizden bu umut size gereken sabrı da verir. Belki de çaresizlikten kaynaklanan bir sabırdır bu bilemeyiz.. Ama siz artık sesinizi çıkarmadan bir köşede sadece güzel şeyler düşünerek özlemeye devam edersiniz.. Ve özlemenin bu hali hiçbir dilde, hiçbir kelimeyle anlatılamaz.. Eğer birini gerçekten özlüyorsanız bunu doğru ifade edebilecek cümleleri saatlerce arasanız bile yazacak hiçbir şey bulamazsınız...

Devamını Oku
Ali Lidar

Bir ağaç olabilseydim palmiye olmak isterdim. Belki benim cahilliğimdir bilmiyorum ama palmiye ormanı diye bir şey duymadım hiç. En azından benim ülkemde yok palmiye ormanı. Birbirine yakın dikilmiş olanların arasında bile hep ciddi bir mesafe oluyor. Palmiye deyince aklıma yalnız ve mağrur bir ağaç geliyor. Tek bir ağaç. Birden fazla palmiyeyi aynı anda hayal etmekte bile zorlanıyorum. Tek bir ağaç.. Tek ve işe yaramaz…

Kendisinden beklentilerin en düşük olduğu ağaç galiba palmiye. Ne meyvesi var, ne dalları bir işe yarar ne de zavallı, ip kadar gölgesi bir derde deva olur. Palmiyeden yapılan bir mobilyanın iyi olduğunu ya da yapraklarının bilmem ne hastalığına iyi geldiğini ya da gölgesinde serin ve huzurlu bir öğle uykusu çekilebildiğini hiç duymadım. Kessek gövdesinin bile bir boka yarayacağını zannetmiyorum. Üstelik neredeyse hiçbir işe yaramıyor olmasına rağmen yaprakları olabildiğince yukarda, kibirli ve artist.. Velhasıl işe yaramaz kelimesini bir palmiyeye yakıştırabiliyorum bir de kendime…

Evrene huzurunuzda mesajımı iletiyorum. Reenkarnasyon diye bir şey varsa eğer, sonraki hayatımı palmiye olarak geçirmek istiyorum. Amin…

Devamını Oku
Ali Lidar

Alçıdan özet çıkardım geçip giden gençliğime
Kırlangıçlara üzülmüşüm bak kasınca aklıma geldi
Dün seviş bugün el ol mesela ne garip değil mi hayat?
Şanzelize’de değil belki, Kızılcıklı Caddesinde
Küçük şeyleri düşünüp ciddi kavgalar etmiştik
Yeterince rakı yok şimdi detayına giremiyorum

Devamını Oku