Gidelim buradan... Göğsünü sıkan, içini daraltan o laneti geride bırakıp gidelim. Burada yağmur bile güzel yağmıyor artık. Yağmuru güzel yağan bir yerlere gidelim.
Gidelim buradan... Burası bizim değil. Nasıl başederiz bu kadar saçmalıkla? Her şeye sıfırdan başlanabilecek bir yerlere gidelim.
Gidelim buradan... İlaçlarını yanına alma. Kitaplarımı almayayım ben de. Biraz da onlar çıldırtmıyor mu bizi? Havası ilaç, denizi kitap bir yerlere gidelim.
-Kazım Koyuncu’ya-
Kaldırın sınırları, ben gidiyorum
Ben gidiyorum, katlayın pikelerinizi
Geniş zamanlı nutuklarınızı ve içten pazarlıklarınızı
Koyun artık bir kenara, ben gidiyorum.
Alıp başımı
gidemiyorsam
Korktuğumdan falan
değil
Belki bir yerlerde
sen de
Şehir bugün elli yıldır kimsenin uğramadığı bir ev kadar griydi. Aksi gibi evden çıkarken farkında olmadan gri t-shirt giymişim. Sabah aynada baktığım yüzüm de gri. İçim oldum olası gri zaten. Gerizekalı gökyüzü de şu aralar inadına hep gri. Bazılarına sevimli gelen beni ise nedensizce tedirgin eden sonbahar rengi. Geçmişin rengidir gri, hatırlandıkça can yakan kötü anıların arka planında hep o vardır. Ruhumuz ve hafızamız da gri fon üzerine yerleştirilmiştir. İçilen sigaranın külü, çürüyen yaprak, kurumuş ağaç dalı, mutsuz insan yüzü, kirli gökyüzü.. Gözlerimi kapattığım zaman bile karşıma çıkan renk sanıldığı gibi siyah değil, gri. Ve ölümü en çok hatırlatan renk. Siyah matem işaretidir ama yaşayanlar için, ölenin arkasından siyahlara bürünenler siyahlar içinde yaşamaya devam ederler, yaşayan canlı bir renktir siyah. Ölünün ise, yakılırsa dönüşeceği kül gri, gömülürse üzerinde çürüyecek kefen gri. Evet evet bu renk yanlışlıkla yaratılmış olmalı. Ya da bizleri cezalandırmak için. Değiştirilmesini talep ediyorum yerine başka renk koyulsun tanrı tarafından. Ben de karşılığında oruç falan tutarım, bilemedim şimdi..
Bak ben hayata kaç sıfır yenik başladım bilmiyorum
Ve biliyorum sen hep benden bir sayı geridesin
Tarihten de umudum yok, kendimden de annemden de
Bizi ancak 'yan yana uzanacağımız bir çekyat eşitler
Geniş zamanları boşver, insanları da planları da
Bahçenizde yetişen isimsiz otların hatrına
Sen bir şeysin işte, incesin
Gün aydıransın, yüz güldüren
-İnce belli çay bardağı-
En geniş zamanlarda beraber içilen rakının
ilk yudumusun.
Ses titretensin, hayal kurduran
Yaşadıklarımdan hayal ettiklerimi çıkarttığımda
Geriye kocaman bir hayal kırıklığı kaldı.
Gerçi matematik oldum olası zayıf bende
ama konu bu değil şimdi..
Hayattan tamamen ümidimi kestiğim anlarda bile
şaşırmaktan alıkoyamadım kendimi
Hayatım ülkeme ne kadar da benziyor.. Nazlıdır benim ülkem. Kısa ömrü hep hassas dönem edebiyatlarıyla geçmiştir. Kuruluş yılları; taşlar yerine oturmadı aman dikkat edelim, kırklar; bütün dünya savaşta aman dikkat, elliler; lan demokrasi bol geldi bu ibnelere hadi bakalım ordu cumhuriyeti korusun, altmışlar; bakın siz sağcısınız bunlar solcu hadi bakalım yiyin birbirinizi, yetmişler; devam devam hadi bakalım. Oo aleviler de varmış burada devam gençler devam hadi hep beraber saldırın birbirinize, seksenler; evet evet demokrasi neyine lan bunların hadi bakalım ordu tekrar göreve, doksanlar; terör.., ikibin; yahu laiklik elden gidiyor nerde lan bu ordu? İkibinon; herkesi tutuklayın.mına koyim…
Çocukluğum saçma sapan bunalımlarla geçti. Okuduğum kitapların yan etkisi olsa gerek. Yahu bir insanın sekiz yaşında hayatla ne problemi olur. Dostoyevski okursa olur işte. Oysa çık sokağa oyna tutan mı var? İlkokula gidiyorum ve bir yığın ontolojik sorun var kafamda, pehh..
İlk gençliğimde solcu oluverdim birden. Ama ne solcu. Üç lafımdan dördü emek, işçi sınıfı, artı değer, halkların kardeşliği v.s.. Bıraksalar solculuktan öleceğim. Öyle böyle solculuk değil. O kadar inandırmışım ki kendimi ‘güneşi zaptedeceğimiz günlerin yakın’ olduğuna. Sadece tesis ve alet edevat sorunu kalmış. Halkımız arkamızda zaten. Yeter ki devrimci kıvılcımı ateşleyelim biz..
Medeniyetin önemli göstergelerinden biri de herhangi bir şeyi protesto etme şeklidir. Bireysel olarak ya da topluca!
Norveç ve dünya edebiyatının en büyük yazarlarından, 1920 Nobel ödülü sahibi Knut Hamsun, ikinci dünya savaşı yıllarında, henüz ülkesi işgal edilmeden evvel Nazi taraftarlığı ve propagandası yapıp, ülkesinin işgaline zemin hazırlamaya çalışır. Ve sonunda Norveç işgal edilir. Acı dolu günler yaşanır. Savaş bitip işgal sona erdiğinde son derece kırgındır Norveçliler en büyük yazarlarına. Fakat ne hakaret ederler, ne bağırıp çağırırlar ne de intikam hissiyle saldırıya geçerler. Peki ne mi yaparlar?
Bir sabah, genç bir Norveçli, elindeki Hamsun kitabını yazarın evinin önüne bırakıp sessizce uzaklaşır. Bir süre sonra biri daha kitap bırakır aynı yere. Sonra biri daha, biri daha, biri daha... Oslo'lular ellerindeki Hamsun kitaplarını yığarlar yazarın kapısının önüne. Ne bir arbede yaşanır, ne de kötü bir laf edilir. Kırgın Norveç'liler kitapları sessizce bırakıp dağılırlar. Adeta kendi kitaplarından bir dağ oluşur Hamsun'un bahçesinde. Bu zarif tepki, doksan küsür yaşındaki yazara ömrünün en acı dersini verir. Pişman, mutsuz ve utanç içinde yumar hayata gözlerini..
Eğilip sen herhangi bir şeyin üzerine
soluk bir papatya olur yahut kirli bir mendilci çocuk
ışık hızıyla hepsini birden kıskanabilirim
uyu sen sadece başka hiçbir şey yapma
çünkü yapacağın en iyi niyetli şeylerde bile
kendimle ilgili kötü sonuçlar çıkarabilirim..
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!