Bu aralar,
Sisli puslu kış bahçelerinde;
Çırılçıplak, ölüm sinmiş ağaçlar üşüyor.
Çürük yaprağa dönmüş bir uygarlık üzerinde,
Terkedilmiş,
Patlak lastik toplar gibisin ey dünya.
Dünyanın bir yerinden,
Ölüm kadar uzak
Bir yıldız seçsem;
Her neredeysen?
Senin dünyan olurdu seçilen.
Mavi sevgilim.
Yüreğim avuçlarında,
Çırpınan kuş yüreği..
Tutukluyum.
Dostlarım oturmuş,
Masa bildiğiniz gibi.
Kadehi kaldıracak oluyorum,
Kadehler havada.
Kızgın güneş ensesine bastıkça,
Ter boşanırdı
Yorgun gölgesi üstüne.
Karasaban dalınca derinlere,
Kıraç toprak izin vermezdi;
İzin vermezdi sürmeye.
Serin sularda ışıldayan ay yüzün,
Gümüş servi yol olur;
Akar içime ılık ve derin.
Usulca el sallardım sana,
Ayrılırken her akşam.
Çoban Ali Türküsü
İnsan olur da sevmez mi? Bu sorunun yanıtı “Sevmez mi hiç? ” şeklindeyse sorun yoktur. Eğer bunun tersi söyleniyorsa durum çok ciddidir. Hemen tedaviniz için bir psikiyatra başvurmanız önerilir. Sevgi aslında yüreklerimizin başkaları tarafından algılanabilen biricik dışa vurumu olsa gerektir. Yaşadığımız dünyayı daha bir yaşanır, insanları da daha bir insan yapan bu yüce duygu, Allah’ın insana bahşettiği en muhteşem güzellik değil midir, sorusuna herkesin yüksek sesle “evet” dediğini duymuyor musunuz? Bakın bakın. Ne buyurdunuz? Evet mi dediniz? Tabii ya. Siz de evet dediniz.Yok canım, ağzınızdan kaçmadı. O duyduğumuz yüreğinizin sesiydi.
Evet, Keles ilçesi Kocakovacık Köyünden Çoban Ali derler bir delikanlı yaşamış vaktiyle. Koca bir yaz günü otlattığı koyunlarını suya getiren Çoban Ali, köyün başındaki çeşme başına geldiğinde testisini dolduran Hasan Ağa’nın güzel kızı Gülsüm’le karşılaşır. Ali Gülsüm’e gözlerini kırpmadan baktığı halde; Gülsüm Ali’ye yazmasının kenarından ve daha utanarak bakabilmektedir. Zamanı bilinmez ne kadar bakıştıklarının. Hiç konuşmasalar da her ikisinin de yüreğine o malum ateş düşmüştür bir kere. İnsanı yakan en lezzetli ateşle yanmaktadırlar. Gülsüm evine neşeli türküler mırıldanarak dönerken, suya giden iki kız arkadaşı laf atar.
Zekiye: Ne o kız? Rüyanda beyaz atlı prensini mi gördün?
Gülsüm: Sana ne ki? İster gülerim, ister somurturum. Sorgucu başı mı kesildin başıma.
Zekiye: Hiiiç. Her zaman suratından düşen bin parça olurdu ya, işte ondan sordum.
Ne dünya dönmekten usandı,
Ne de güneş vazgeçti doğmaktan.
Ayın gümüş ışıkları yağdı da gece saçlarıma…
Yarın uzaksa, ecel yakın ne yapsam.
Gün batarken bana ağladı sanki bu akşam.
Gün onbeş mayıs bin dokuzyüz ondokuz:
Hasan Tahsin İzmir'in Konak meydanında..
Elinde tabanca..
Sesinde bir kurtuluş muştusu var.
Çanakkale'de toprağın örtemediği,
Dedem uyanmıştır.
Nasıl kıydın yıldırımdan tırpanınla,
Çiçeğimdi koklamaya doyamadığım.
Bir tanemin gözündeki buzlu camdan,
Boşuna baktın, bu dünyada kalamam artık ben.
Ey kendi kıyametini bile göremeyen,
Eli kanlı budala ölüm! .
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!