Aklımda kalmış işte..
Gittiğinde
Kırmızı gül zamanıydı.
Kaç bahar soldu
Her anımda andığım,
Özlemiyle yandığım,
Bitmeyecek sandığım,
O geceyi unutmam.
Bir gül ki solmayacak,
(I)
İnsan bir gidiyorum der.
Olmadı, bir işaret verir, gideceğine dair.
Böyle çekip gitmek var mıydı?
Böyle kan revan içinde, acılarla..
(II)
Çarpık bacaklı meyhane masalarında,
Alkolden kamçısı vardı sürgün anılarımın.
Şakladıkça unutmak istediklerimin üstünde
Bir bir hortlayıp ayaklanırdı,
Cehennem külleri altındaki
İç yangılarımdan arta kalmış o bildik acı.
Nasıl bir mutluluk,
Anlatılamaz.
Yarın bayram.
Uyuyamıyorum.
Sen gelmeyince,
Buluştuğumuz sahillerin
Soğuk,ıslak banklarında,
Denizin kumsalla sevişmesini
Seyre dalan gözlerimin;
Ufuklarda kanayan
Seni seviyorum, çünkü;
Senden başkasını göremiyorum.
Sensiz bir lokma geçmez boğazımdan;
Seninle Halil İbrahim sofrasıdır sofram.
Henüz müşterisi bulunmayan restoranın barında biri kumral diğeri sarışın iki genç ve alımlı bayan hiç konuşmadan içkilerini yudumlamaktadırlar. Dalgın gözlerle boş masalara bakınan kadınların asıl amacının içki içmek olmadığını; önlerine bir saat kadar önce konan bira bardağının çeyreğini bile tüketmediklerinden anlayabilirdiniz.
Restoranın kapısında sineklik olarak kullanılan boncukların hareketlenmesiyle birlikte, içeriye giren adama yönelen bayanların bakışları, adamın ecüş bücüş biri olduğunu görmeleriyle eski halini alır. Çünkü içeriye giren, cüce denilebilecek kadar kısa boylu; adam olduğunu ancak belli belirsiz ince bıyığı ve kirlenmiş beyaz fötr şapkasından anlayabileceğiniz, garip giysili bir kişiydi.
Adamın kirli fötr şapkasının altından terini alsın diye koyduğu bez mendil sarkıyordu. Sırtında ağır olduğu her halinden belli olan, kendi büyüklüğünde kocaman bir çuval vardı. Çuvalla orantılı olarak, etekleri diz kapaklarına kadar sarkan ve emanet olduğu duygusu uyandıran okyanus mavisi kaşe ceketi ise daha bir gülünç yapıyordu, bu ufak adamı. Dahası, ceketinin altına giydiği zebra gibi beyaz çizgileri olan siyah yelek ile kahverengi tonların hakim olduğu oduncu gömlek ise inanılmazdı. Hele “İngiliz kilot” denen, hani gözlerimizin ta ikinci dünya savaşından görmeye aşina olduğu; kalçaları geniş, paçaları dar ve düğmeli aba kumaştan yapılan pantolonlar vardır. İşte böyle de bir pantolon giymişti.
Bu tarih kitabı kaçkını adamın ne işi vardı böyle gençlerin uğrak yeri olan lüks bir mekanda? Buraya uğrayan kızlardan birinin babası olabilir miydi? Eğer öyleyse bugün bayağı seyirlik malzeme hazır demekti.
İçeriye giren bu garip görünüşlü adam sempatik bir gülümsemeyle “Selamünaleyküm” dedi. Barda oturan kumral bayan, yüzünü buruşturarak: “Yanlış geldiniz, herhalde,” deyince; küçük adam yine güler yüzle,” Olur mu kızım? Elimdeki adrese göre burası. Ben buraya gelinceye kadar elli kişiye sordum.(Gözlerini ve ağzını kapatarak, burnuyla derin bir nefes çeker ve) Aha içki kokusu! ..Aha karılar! . Sizi bilmem ama ben doğru yerdeyim. Tastamam bir ömür anamızdan emdiğimiz süt, burnumuzdan geldi. Şöyle felekten bir gece çalmak bizim de hakkımız değil mi kardeşim? ” diyerek sırtındaki çuvalı yere indirirken, tozlu ve kirli fötr şapkasını masaya vurarak altına çektiği iskemleye oturur.
Sarışın bayan alaycı bir dille küçük adamın sözünü keserek,” Ne o amca, sırtındaki çuvalda para mı var, yoksa? Para ile imanın kimde olduğu bilinmezmiş,”deyince.. Küçük adam:” He ya! . Para var yavrum! . İman da va ama! . (Birden ciddileşerek) Müslümanız elhamdürülullah! Para.dersen hepimize yetecek kadar var anasını satayım. Sen ne kadar istiyorsun? ”diye sorar.
Bana bir sen yetmez.
Olabildiğince çok olsun.
Biri güzelliğiyle büyülerken,
Diğeri nazlı olsun biraz.
An yaşandı mutlu mutsuz.
Gün oldu, öldüm aman.
Bitmedi kör sağır geceler.
Aylar halkalandı, yıl tükendi.
Yazlar geçti dondum aşksız.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!