ne ismini duymuşluğum vardı,
ne tadını bilmişliğim.
nereden indi,
kalbime nasıl girdi
bugün de bilmiyorum.
kök saldı, dal budak sürdü,
seferberlik başlayalı ülkede
gündüzler ağırdı geceler uzun
açlık içindeydi o metruk evde
bir dede bir baba ve bir de torun
kara kargaların gaklayışında
emanetçiye
teslim edilmiş bir eşya gibi
bırakmışlar da
sevdiklerinden birini
servilerin altında,
dönüyorlar
güneş uyumaya gittiği zaman
toplar açık eteklerini deniz.
korku damlar martı naralarından
tünekler tekneler tenhada sessiz.
güneş uyumaya gittiği zaman
hainler ayinine katılmam için
çağrılar aldım.
ısrarla dayattılar,
karanlık bir dünyanın
karanlık suratlı
güz yelinde kıpır kıpır her yanı
açılmış saçılmış o göğüs, o saç…
dağıtıp takılık altınlarını
sarhoş gelin gibi oynuyor ağaç.
tarihlere ve tarihçilere bakarsanız akıllı adamlardır babilliler,
yıldızlar gibi akmış, ama izler bırakmış adamlar, arkalarında.
onlardan söz edince sıralanır yenilikler, tansıklar birer birer
onlarla anılır ve onlara mal edilir hep, oysa geniş tabanında
ne gotiği, ne baroku, ne kübiği, ne de başka bir mimari üslubu
doğuracaklardandılar. köleydiler, ümmiydiler, görgüsüzdüler.
kışı gitmez cinsinden,
baharı sanki ölmüş,
yerinde donmuş zaman,
bir masala gömülmüş.
kör gözlerle bakıyor
sahipsiz pencereler,
ince seher yeli öyle esti ki
ılgıt ılgıt, sıcak sıcak, hafiften,
büyülü nefesini hissetti sanki
romatizma rehinesi bu beden.
salındı kaslarım, elim, ayağım,
gözlerim kurtuldu donukluğundan,
GÖÇMENİN SON ARZUSU
lokman hekim gelse bilmez halimden,
kesmişim ümidi tıptan, bilimden…
son tası içmeden zalim ölümden
bir bardak su verin köyüm suyundan,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!