bil ki ben önce parmaklarını sevmiştim senin,
ağzının diyemediğini inleyen parmaklarını.
avuçlarımın içinde tıpkı ürkek bir güvercinin
kalp atışlarıyla habire titreyen parmaklarını.
kırmızı gelincik olurdun her görüşmemizde,
ben beatrice’yi de juliet’i de leyla’yı da bilirim
çektim dante’nin romeo’nun mecnun’un acılarını
aşk yarası kutsaldır önünde huşuyla dize gelirim
inanırım deldiğine ferhat’ın kalbiyle demir dağını
bunlar hepsi yalan diye beni kim kandırabilir kim
sen de n’olur kapat hele bayat gerçeklerin falını
her sabah
uzaklardan gemiler gelir,
her akşam
uzaklara gemiler gider.
gelenler
bahar yüklü şarkı gibidir,
her sonu, bir yeni başlangıç farz et,
her ön – bir arkadır, her arka – bir ön;
çok karmaşık bir sarmaldır bu meret:
yürü, yürü… sonra aynı yere dön.
serap avlar gibi çöl ortasında
MEMLEKET EZGİLERİ
-Mehmet Pektaş’a sevgiyle-
şu ezgiler yok mu, anam,
şu bizim memleket ezgileri
makam makam güzelliğin
tazeliğin makam makam
susuşun kûrdiyse senin
gülümsemen içli hüzzam
bakışın yegâhtır baygın
o, meryem’i seyrediyordu gıptayla, bir yandan da ben onu,
nasıl da dalmıştı ikonaya, dalmış gibi denizine bir güzelliğin,
o gözlere bakıyordu - ışıl ışıl hayat dolu, şefkat dolu, aşk dolu,
o ellere bakıyordu - en duygulu dalları en beyaz bir çiçeğin,
o ak göğse bakıyordu - dimağını emziren en somut kutsiyetin,
o saçlara bakıyordu - melek dualarının nefesiyle kımıldayan
görülmeyen merdivenin onikinci basamağında
durakla biraz, soluklan şöyle, etrafına bir bak,
güneş tam tependeyse, gölgeler hızla kısalarak
cüceleşmişlerse, çay tembelleşmişse yatağında
ve ısınmaya başladıysa su,
demek ki vakit: öğle paydosu.
kopacak film şeridi
uçacak renk, solacak koku;
körleşecek duyan tanrı,
beni
bırakma, korku.
saçlığını yitirirken ağaçların saçları
kestaneler menopoza girer güz sonlarında.
makamların hüznü büyür tıpkı slav gibi sarı
ve sıtmalı yaprakların karmaşık tonlarında.
savrulurken kuş tüyleri kar gibi çığlık çığlık
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!