yaz, yazgımızı yazmak istercesine yeniden,
kızgın balyozlarla yükleniyordu alınlarımıza.
yangın yeleli atlar kişniyordu derinlerinden
vücut derelerimizin, tırmanarak kanımıza,
ve biz yarıda kesip cinnetli rüyalarımızı,
yine yanlış okuyorduk yanlış dualarımızı.
yalnızlığımın bir ucu
küskün bir türkünün kırpık dallarındadır
kavrulmuş korkuların koyu kuraklarında,
sahipsiz bir ömrün berduş duraklarında
donan ayak sesleri
bir ağıt gibi ağır.
terkettimse fotoğraflardaki eski yüzümü
yenisine hayran oluşuma yorulmamalı asla.
her akşam bir masal kiralıyorum gönlümce,
midas’ın kulaklarını keseceğim kör bir makasla.
beşikler unutmuşsa beni bir suçlayan mı var?
YASAK
görülmez dikenli tellerce boğulmuştu gaspedilen düşleri
yasaklı gençlik yıllarımızın. yasak olarak gösterilmeyen yasaklarla yasaklanmıştı tüm yasaksız yaşam yürüyüşleri.
beyaz sibirya korkusu eserdi, yüreklerimize sinsice inen,
ve kara kıllı kırkayaklar geziyormuş gibi ürpertirdi derimizi.
ben ki fazla yıl eski(t) miş, büyümeyen bir bebek,
ne umdum ve ne buldum ki umut masallarında?
bıkıp kendi denizimi yaktım, hem de bilerek
ve sonra kahkahalarla gezdim kum/sallarında,
içimdeki kundakçıyı gün be gün izleyerek.
bahçe deyince o bahçe gelir yadıma:
mekânı gazellerden dökülen lalelerin
ve çıkagelmen ceylan gibi yanıma
mavi çağrılarınla denizler gibi engin
ve büyür büyüterek hayallerimi
o ufacık ellerin.
biz ki açık kafeslerin
sözde özgür kuşlarıyız
hem sizdeniz hem ayrıyız
burgacında bir kederin
öyle korkunç öyle derin
çırpınarak gece gündüz
evimi sattığım gün
ilk kez tattım tadını ben de vatansızlığın
ve anlamsızlığını ilk kez düşündüm ömrün;
bir mahkûmdum artık kendi kendinde sürgün,
görülesi haliydim sudan çıkmış balığın.
“Göçmenliği bilmeyen, hiçbir şey bilmez.”
(Dedemin sözü)
ben ki göçü kitaplardan ve filmlerden değil de
ocağına düşe düşe, ateşinde pişe pişe öğrendim.
berbat bir akşamdı, düpedüz şaki, melaneti felakete dönüşen;
ay bile ters yönden doğmuştu sanki sanki bin parçaydı yüzünden düşen. değerini yitirmişti nesneler – ne renkler renk, ne kokular kokuydu. bir sözcük nelere kadirmiş meğer, bir anda yazgımı kefeye koydu: kırbaç gibi öttü ölümcül “bitti”, aktı kırık kaptan aşk denen yalan, gözlerinde aradım son ümidi… ama gözler göz değildi – kör duman! ben onları böyle hiç görmemiştim kargışlayan, sorgulayan, ürküten… inanılır şey değildi bu bitim, böyle bir depreme layık mıydım ben? beynimde korkunç bir şimşek çakıldı:
‘neydi bu gözleri vefasız kılan? ‘ ve eli de gözlerinin aynıydı sinsice kayarken avuçlarımdan. arkasından bakamadım, sonunda onu çirkin bellersem, kahrolurdum. delinmiş bir gemi gibiydim suda en güzel intihar düşleri kurdum…
derken bir yerlerden bir köpek geldi boynunda tasmayla, sevimli, ak pak… sahibince dışlanmıştı besbelli
“boş ver” dedi, gözlerime bakarak.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!