Ahmet Bektaş Şiirleri - Şair Ahmet Bektaş

Ahmet Bektaş

Zaman Konusu

Esmadan “Evvel”,” Ahir” bu konuda bir fikir versin İnşallah!

Esmadaki bu iki isim, gösteriyor ki aslen Zaman yok. Zaman izafi bir şey! Bakın her ne ise O’nun, öncesi ve sonrasına işaret edilmiş! Bir şey hangi noktada açığa çıkmış ise o noktadan öncesi ve sonrası da açığa çıkıyor. Yani zaman, bir şerit üzerinde akmıyor! Zaman, kum saatinin kumlarının akışı da değil. Zaman, tamamen “An” dan belirlenen, açığa çıkan bir şey! Hangi “An” da açığa çıkarsa bir şey onun öncesi ve sonrası da mevzuu bahis oluyor. Yani “An” da açığa çıkmayan zamansızlıkta potansiyel olarak vardır. Bakın zamansızlıkta potansiyelde olmayan “An” da da çıkmaz! Hayır ve Şer Allah’tan konusu da buradan açılır elbet!

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Çağrı

“Çağrı”, kapsam olarak; bir kişi veya toplumu, bir fikir veya ortama katılmaya sevk etmeye dair öneridir!
Çağrı, bazı direk söylem ve eylem ile yapılır, bazı da doğal olarak olur! İnsan düşünceleri ve tercihlerine dair eylemleri bir şeyleri çağırır, çağrıştırır! Klasik söylemdir; iyi düşünceler, iyilikleri çağırır; kötü düşünceler kötülükleri çağırır! “Çekim yasası” denen durum! Yani insanlar, neyi çağırır ise onu çeker! Şekerli bir yiyeceğin sinekleri çekmesi veya bir insanın, duruşu, davranışı ile diğerlerini çekmesi gibi! Fikirler, ideolojiler ve dinler de böyledir; doğal konumuna dair bir çekimi vardır!

Çağırı insanlığın gelişme sürecini gösterir! Mevlana’ya atfedilen “Gel, gel, ne olursan ol yine gel” şiiri, insanlığın tekamülü ve gelişmesine dairdir! “Gel” çağrısı, insanlık için önemli bir aşama! İnsanlık bu aşamayı geçti mi, yoksa bu aşamaya aslında hiç gelmedi mi?

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İlkel

Sözlük manasından bakalım;
İlkel: 1. sıfat İlk durumunda kalmış olan, gelişmesinin başında bulunan, iptidai, primitif; 3. Basit, karmaşık olmayan; 5. Eğitimsiz, kültürsüz, görgüsüz!

“İlk durumda kalmak”; bir şey tekamül ediyor, gelişiyor ise o şey eksiktir! Yani ilk durumunda olmayan her şey için bir eksiklik söz konusu! Yani bir şeye “Tekamül ediyor gelişiyor! ” derseniz o şeye “Eksiklik” atfedilmiş olur! O halde Tanrı, eksik olmadığına göre, “İlk durumu” ile “Son durumu” diye bir şeyden söz etmek anlamsız olur! Mahiyeti meçhul ve sonsuz güç ve varlık olarak düşünülebilir! Yani mutlak manada tektir! Eksik olmadığı için gelişmeye de ihtiyacı yoktur!

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Sen Çalış Ben Yiyeyim


"Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse, bana ne."
"Sen çalış, ben yiyeyim." Sözler; Sait Nursi
Bediüzzaman tüm ihtilallerin ve toplumsal kargaşanın, ahlaksızlığın başkalarının sırtından haksız kazanç, cukka sağlamak yüzünden olduğuna işaret etmiş!

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Yediden Yetmişe

Evrimsel tekamülün nesiller üzerinden olması yani öğrenilenler, kısmen bir sonraki nesle aktarılıyor; aktarılan bilgilerin çok azı diğer nesilde gelişiyor! Bir ömürde, aslen tekamül olsa da görünmesi imkansız! Yani insan, yedisinde ne ise yetmişinde de o huyda gider! Bu bir iddia değil, gözlem! Filmlerde 70 yaşına gelmiş birinin küçüklüğünü, hayal olarak canlandırırken huy olarak da benzetirler! Çünkü “Can çıkar, huy çıkmaz! ” İnsan, aynı ömürde değişimi gösteremez! Bir önceki veriler, huylar, öğretiler üzerinden yaşar; sonraki nesilde onun geliştirdiklerini yaşar! Yani gelişim, tekamül, aynı nesilde olsa da gözlenmez!

Bu nedenle “Soy”, insanlar arasında önemsenmiş. Eskilerde “Seçilmiş ırk”, tekamül ve gelişimi gösterebilen, diğerlerinden ileride olarak düşünülen veya iddia edilen! Bazı toplumlarda “Hanedan” olanlar ayrıcalıklı görülmüş; bazılarında “Asiller, soylular” sınıfı oluşmuş!

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Sezgi

Harut ve Marut ile başlayan Peygamberlerin sihir ile desteklenme süreci bitmiştir!

Kuranın etrafındaki surlar yıkılacak ve kuran kendi nurunu gösterecek.

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Gözlemlerim
Musevilerin ve İsevilerin Allah inancı konusunda çok fazla delil bulma gayretinde olmadıklarını; Müslümanların ise aşırı gayret içersinde olduklarını görüyorum…
Peygamberlerin çoğunlukla Yahudi olması ve Kuranda bile Yahudilerin seçilmiş olduğu üzerine işaret olması; zaten “Seçilmiş ırk” olduğuna inanan Yahudilerin imanını kuvvetlendiriyor olabilir. Belki bu yüzden iman konusunda çok fazla delil peşinde değiller. Belki de dini, metafizik boyutunda değil de siyasi ve toplumsal boyutta yaşamayı seçiyorlardır. Daha çok insanın kendi dinlerine girmesi gerekmiyordur. Çünkü herkes Yahudi olsa üstünlük de çok anlamlı olmayacak.
Çoğunluk olarak Dünya’da ilk sırayı alan Hıristiyanların daha fazla tebliğci (misyoner) oldukları görülüyor. Hatta sömürgeleştirdikleri toplumları bile Hıristiyanlaştırma gayretindeler. Tabii ki sömürgeler Hıristiyan olunca kurtulmuyorlar! Belki daha az sıkıntıya maruz kalma ümitleri oluyor. Bu yüzden özellikle alt sınıfı oluşturan eğlence ve hizmet sektöründekiler boyunlarında “haç” kolyesi ile daha sık görünüyor. Hıristiyanların da iman konularından ziyade siyasi ve toplumsal ikna metotlarını tercih ettiklerini gözlemliyorum. Özellikle süper güce sahip, zengin ülkelerde Hıristiyanların etkin olması ikna metotları arasında inancı o kadar önemli kılmıyor. Güç kendiliğinden ön plana çıkıyor.
Gelelim Müslümanlara! Neden iman konusunda daha fazla delil peşindeler? Birinci unsur, İslamiyet sadece din adamlarına has değil, bireysel sorumluluklar daha ön planda. Bu bireysel vazifelerin yapılması için inancın sağlam olması gerekir. Bir diğer husus İslam dini akıl dini olduğundan herkes aklını işletme çabası içinde. Osmanlı İmparatorluğunun güçlü olduğu (Duraklama ve gerilemenin başladığı) son dönemlerinde inanç konusunda akıl işletmeye çok fazla gerek yoktu; kuvvet iş görüyordu çünkü… Günümüzde İslam coğrafyası geri kalmışlık ve fakirlik içersinde olduğundan; ikna edici olarak elinde akıldan başka güç kalmamış denilebilir. Bu yüzden iman konusunda ikna olmak ve ikna etmek için akıla yöneliyor.
Sözün değeri kısalığında diyorum ve kesiyorum.

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Bencillik

İnsan, her şeyi “Ben” ile algılar! Algılanmayan, algılamayan için “Yok” hükmündedir! “Ben” tanımı şöylede yapılabilir; varlığının farkındalığına dair algılama! Ne kadar algılanırsa, “Ben” o kadardır! Bu nedenle “Ben”, zirveyi bireysel olarak ifade eder! Bu ben tanımına dikkat edelim! Herkesin “Ben” i kendi algısı kadar! Algılanmayan “Yok” hükmünde! Birinin algılamadığını diğeri algılayabilir! Tüm insanların birbirine karşı durumları da böyle!

Bir şey, birine algıladığı için “Var”; bir başkası algılamadığında “Yok”! Bu “Var-yok” konusu, algılamaya dair söz konusu yani bireysel bir izafiyet kaçınılmaz! Bir şey, algılayan birisi için “Var”, algılamayana “Yok”; algılayan, o şeyin varlığını ispatlamaya çalışır! Algılamayan için algılanamayanın ispatı gerekmez! Yani “Yok” un ispatını istemek gibidir! Algılamayana, “Yok diyorsun, ispatla” denmez! Ama algılayana “Var diyorsun, ispatla! ” denir!

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Yaşam

Yaşam, bir trajedi olmadığı gibi bir komedi de değildir. Yaşam, tüm evrensel evrelerini içerir. Kimi hüzne dalar, takılı kalır; kimi aşka düşer, tıkılı kalır; kimi hayret içinde, şaşa kalır; kimi aval aval, baka kalır; kimi de hayatın her aşamasını gerektiği şekilde yaşar! Kimi aptal olduğundan neşelidir, deliye her gün bayram! Kimi şuurlu neşelidir, arifte gam olmaz! Kimi akışa bırakır, kimi yokuşa çeker! Sonuçta; “Su akar yolunu bulur! ”

"Kader ilim nevindendir. İlim maluma tabidir." (Yirmi Altıncı Sözden)
Demek ki olanı bilmek var. Yani kaderi bilmek malumu bilmek aslında.

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Merkez

Evrenin merkezi neresi?
Evrende seçilen her hangi bir nokta evrenin merkezi olarak kabul edilebilir! “Zerre bütüne ayna” şeklinde düşünüldüğünde merkezde hangi nokta belirlenmiş ya da hangi noktadan bakılmış ise orasıdır! “Evrenin merkezi yoktur” yerine “Evrenin merkezi her noktasıdır” denilebilir! Boyutlar konusuyla alakalı olan bu durumu anlamak için önce “Boyutlar” konusu anlaşılmalıdır! “Merkez” konusu 3. Boyuttaki madde alanında orta, denge noktası gibi düşünülür! 3. Boyuttaki merkez olarak düşünülen nokta, 3. Boyutun tüm izafiyetine göreceli olmak zorunda! Bu izafiyetler; büyük-küçük, az-çok, önce-sonra, iyi-kötü, güzel-çirkin, uzun-kısa gibi pek çoktur! 2. Boyutta bu izafiyetler geçerli olmaz! Yani 2. Boyutta bir şey var ise o “Az veya çok” değildir; “İyi veya kötü de değildir; önce ve sonra diye de bir doğru üzerinde işaretlenmiş veya belirlenmiş değildir! 2. Boyutta “Merkez” ise bütüne ulaştıran her nokta yani merkez, her nokta! 1. Boyutta ise “Tercih” vardır! Hiçlikten tercih yapılır!

Evreni, nesnelerden yansıyan ışıkları üzerinden gözlemek, evreni tam, mutlak olarak gözlemek olmuyor! Işığın, maddi alan yani 3. Boyuttaki yansıması, hep önceye dair olabilir! 3. Boyuttaki “Önce-sonra” göreceliliği yani zaman göreceliliği ışık için de geçerlidir! O halde ışık üzerinden yapılan tüm gözlem “An” merkezinden bakılınca geriye düşecektir! Dünya’dan uzayı gözlemek, uzayın Dünya zamanından önceki anlarına dair olacaktır! Yani Güneş’te bir patlama yaklaşık 8 dakika sonra gözlemlenebilir! Şöyle düşünelim; Güneş patlamasının mana alanında yani 2. Boyuttaki tesiri anda olabilir iken görüntüsü ışığı 8 dakika gecikmeli oluyor!

Devamını Oku