Kim demiş kazanmak kaybetmekten daha güzel
Ne kadar derinlere düşersem
O kadar mavi gökyüzü
Herkes herkesin baktığı yere bakıyor
Gün oluyor
Yalnız bir bulut
Gökyüzünden el sallayarak geçiyor
Kimse görmüyor
Bahçe duvarında bitmiş bir gelincik
Kimseler duymadan yaşanabilir
Ki ben öyle yaparım
Saklanmadan saklanarak
Gözlerin şartları vardır görebilmek için
Sade ışık yetmez
Unuttuğum bir hayatım mı var
Aklımda kalmış tek şey
Piyanonun tuşları arasından kaynayan bu ışıklı nağme
Ben bu mutluluğu bir yerden çıkaracağım
Dilimin ucuna gelmeyen bir sözcüğün sessizliği gibi
Suretinin kalbimde eksikliği
Bir balkondan çıkan yol
Descaretes’in sağlamasını yapar
Yerin çekebildiği düşer
Uçar yirmi iki yaşın da birden
Düşün düşün düşün
Ölümdür
Bence herkesin bir kulisi var ama kapısı kilitli olunca aynı karakterde oynamaya devam etmek zorunda kalınabiliyor. Sahne, koltuklara oradan da sokaklara taşıyor.
Kim kötü olmak ister ki? İyi insan olmanın kontenjanı var sanki, bir kere kötü oldun mu, iyilik yapmak için açık pozisyon bulamıyorsun, bulsan bile işe alınmıyorsun. Daha sonra anlıyorsun iyiliğin de bir şirket olduğunu, hem de “limited”.
Ahlak da pahalı bir giysi. Pahalı muhitlerin her türlü sarsıntıya dayanıklı binalarının “cosy” odalarında, “cool” gardroplarda asılı duran bir giysi. Her türlü sevmenin ve sevişmenin ardından alınan duştan sonra giyilen rahat bir giysi.
Kızdığım bir şey var
Çok kızdığım
Öfkem
Elime üç boy büyük bir balta
Kaşlarımı çatsam
Aça aça bütün kapılarını
Nereye kadar açılacak
Karanlık bir opera salonunda
Patlayacak gibi atan kalbim
Kurşun kalemle yazılmıştım
İçkim sigaram yok
Kumar da oynamam
Beni bu şiir illeti bitirdi
Beni sallanan zeminlere
Beni dumanlı imgelere
Beni düşeşsiz bahtıma
Arama motorunda kendimi aratıyorum
Önce adımı yazıyorum
Bir avuç harfim
Sesli ya da sessiz dizilmişler yan yana
Klavyenin tıkırtısı geliyor kulaklarıma
Kapıyı sert çarparak kendimden dışarıya çıkınca
kısa ve öz