Uzun bir seyahate çıksam,
Tanrı misafiri olsam bir köy evine.
Başımı koyduğum yekpâre yastığa
Tüm acı yaşanmışlıkları doldurup
Dantelli ak yüzünde huzurla uyansam.
Ilık taze keçi sütüyle arındırsam içimi.
Ayaklarım yerden öyle kesilmiş ki…
Mutluluğa yelken açmışken,
Dümenim kırılsın,
Dönüp durayım denizinde.
Meczup, karanlık, soğuk olan,
Bir mevsim,
Bir şehir,
Bir ülke değil ki sadece…
Üşüyorum ve bu, eksilmişliğimle
Kursağımdaki acıyla alâkalı.
Baktığım nesneye bürünüyorsun;
Silüetin beliriyor…
Gözümü kaydırıyorum yok,
Sonra yeniden...
Suya düşen Ay ışığı misali;
Ah mahrem düşüm…
Anadolu’nun bakir küçük bir kasabasında,
Göl kıyısındaki bir çay bahçesinde,
Tahta bir masaya kurulmuşken senle ben…
Dingin suyun üzerinde
Salınarak yüzen sandal
Hikâyelerimize konu olurken…
Hasretinden göğsüm daralıyor…
Bilemezsin bu gece nicedir halim…
Bir karlı dağın zirvesi ahvalim…
Ne kimse haberdar derdimden,
Zannederim ki,
Ne de kimsenin umurunda dermanım…
Ve ben…
Tam da şimdi,
Senin o yüzündeki,
(İlkbahar gelmiş gibi)
Hiç eksilmeyen,
Yaşama sevincini,
Ah benim ördükçe sökülen kader ağım,
Ezelden ilmeği kaçmış talihim...
Ne yana dönsem,
Başım dik, yüreğim kırıktı bu hayatta...
Şimdi bir ılık yele kapılsam diyorum,
Ve uzaklara konsam usulca…
İstanbul,
Adına ve görkemli geçmişine yakışır bir şehir değil artık. Parklardaki Hollanda menşeli laleler kaldı bir tek,
Bir de yıkık dökük surları…
Ne kadar güzel anım varsa hepsi bu şehirdeydi oysa. Çocukluk, ergenlik, gençlik, orta yaş.
Neredeyse bütün güzel anılarım…
Her şey o kadar çabuk viran oldu ki,
İyi niyetlere…
Güzel haberlere…
Sevgi dolu sözlere…
Hesapsız ve zamansız,
Tesadüflere ihtiyacımız var.
Düş penceresi açık olan insanlara.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!