Bir dostu olabilmeli insanın, sıkı sıkı sarılabildiği…
Bir omuz bulmalı, huzurla başını yaslayabildiği…
Bir yâreni olmalı, iki çift tatlı söz eden...
Birinin yüreğine girmeli usulca.
Birini yüreğine koymalı.
Bir eli tutmalı, şefkatle, sevgiyle…
Yüzüme vuran nefesine,
Kulaklarımda çınlayan seslenişine,
Bedenimi saran sıcaklığına,
Ruhumu okşayan sözcüklerine hasretim.
Aklım sana düşer.
Kalbim seni ister.
Ve son umut...
Gece karanlığı uzadıkça,
Umutlar sona ermeye yüz tutar;
Düşlerime veda öpücüğü kondurarak!
Köprüleri yıkmak mı gerek illa?
Başka çaresi yok mudur ki,
Ardımda bıraktıklarımı,
Aklımdan çıkarmanın!
Ya geri dönmek peki,
Yeni bir yol bulmak…
Adamın yüzünde gururlu bir sevinç belirmekte…
Ve avuçlarında kadının yüzü, gözleri ışıl ışıl…
Kadının gülüşünde koca bir gökyüzü gizli…
Gözlerinin mutluluğu birbiriyle yarışırca…
Çok eski bir hikâyeydi tanık olduğum.
Çok eski bir şarkıydı dinlediğim,
Sevdaya umut,
Geceye yıldızlar,
Çocuklara gülmek,
Denizlere ayın şavkı,
Kız Kulesi’ne martılar,
Sonbahara kuru yapraklar,
Bir ağaca bakın, bir çiçeğe, bir kelebeğe...
İnsanlardan başka var mı acı rengi kuşanan?
Evin duvarları, sokaklar, şehirler...
Her birimizin tutsaklığı nerede başlar?
Güneş, kuşlar, rüzgârlar, bulutlar...
Sınırları olmayanlar özgür.
Fesleğen sever misin?
Hani şu aç-bitap,
Üstü başı kir-pasak,
Yorgun-üzgün bakışlarıyla,
Sokak duvarına yaslanmış çocuk gibi,
Rengarenk çiçeklerle çevrilmiş,
Hazarbaba tepelerinden, dingin gölün üzerine,
Kızıl bir tül gibi serilmiş, güneşin son ışıkları,
Asırlardır suyun altında direnen harabeleri örtüyor. Dzovk kilisesinin yüksek/yıkık duvarları dışarıda;
Suyu usulca alçalan
Gölcük’ten geçmişi fısıldıyor...
Dokuma tezgâhları, terziler, badem ağaçları;
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!