Sevince, sevmelere,
Dilimizin ucunda sahip olmuşuz da,
Acılar,
Hüzünler,
Kâbuslar
Tüm vücudumuzu mesken tutmuş.
Gecenin mağrur saatleri…
Eski bir deniz fenerindeyim
Gökyüzünde bulutlar uykuda…
Aralarına asılmış da salınan
Simli boncuklardan yıldızlar…
Kıyı renk cümbüşü gibi,
Bir girdabı vardır her insanın;
Üzüntülerini,
Aşk acılarını,
Yıkılan hayallerini
Hesapsız kitapsız içine attığı…
Dalıp gittiği düşler kalır geriye…
Bir durun...
Sessiz olun...
Susun biraz...
Söyleyeceklerim var;
Bu neyin kavgası!
Bu bağırıp çığırmak ne!
Sevdiğin bir şarkıyı,
Düşünde harmanlamak gibi
Seni düşünmek;
Binlerce mısra düşer aklına da,
Bir tanesini yazıya dökemezsin bazan!
Ruhunun derinliğinin,
Ey düşlermin mahiri;
Tüm sırlarımı aşikar eden
Şu ufukta batan akşam güneşi
Bilsin ki:
Gün batımının huzuru,
Senin silüetini hayal ettiğimden…
Bir köy yolunda,
Seninle ele tutuşup
Yürümenin düşünü kuruyorum;
Günün akşam saati…
Kah yol boyunca karşılaştığımız sürülerin,
Küçük, şirin yavrularında gözün,
Ah, nereye,
Nereye gidiyorsun?
Umudumu alıp,
Nereye gidiyorsun?
Şarkılarımı ben
Senin için söyledim.
Çocuktum,
Canım acıyordu...
Genç oldum,
Canım yanmaya başladı...
Orta yaşa geldim,
Canımdan can gidiyor hâlâ;
Neredeyse iki adam boyu,
Eskimiş, soluk, mavi bir avlu kapısı.
Kapının sağ tarafında irice,
Horoz başı bir tokmak,
Kadın gerdanında asılı,
Gösterişli bir kolye gibi duruyor.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!