Sen de alıp başını,
Çocukluk hatıralarınla tutunduğun,
Bir dağın eteğine,
Kırılmış ve incinmiş yüreğinle,
Ana kucağına,
Baba ocağına sığındın şimdi…
Ve tam da bu saatlerde
Saçının sabah dağınıklığı,
Sesinin mahmurluğu,
Kokun sinmiş yastığım,
Gözlerini kısıp ettiğin tebessüm,
Gamzenin içine doluşan mutluluk,
Düşlerimi öyle kekik kokusu sarmış ki sorma… Büyüdüğüm bozkırları mı süpürdü rüzgâr,
Yoksa açık mı unuttun pencereni?
Rüzgârın asi ıslığı,
Maviye bürünen deniz,
Bulutları giyinen gökyüzü,
Karanlığı aydınlatan ay ışığı,
Sabahın serinliğine doğan güneş…
Kıyıda aşıklara yârenlik eden dalgalar,
Seninle ben, iki farklı şehirde,
Aynı buluta şiir yüklüyoruz,
Ve yıllar geçiyor…
Yılların geçmesine değil öfkem,
Sevemeden geçmesi derdim.
Büyük sevmek gerek ama!
Şiirlerim oldu,
Her mısrası sen tüten...
Şarkılarım oldu,
Nağmeleri seni fısıldayan...
Bir de baktım ki,
Yetmişim ben böyle kendime!
Bunca susuş hiçe değil,
Düşlerim kırık dökük,
Umutlarım kan revan,
Daha şafağa çok var,
Ve şafağını bekleyeceğim çok gece…
Ne tuhaf bilsen…
Saçını okşayışım,
Bakışında kayboluşum…
Kokunu, sıcaklığını hissedişim...
Öyle ki, daha dokunamadan, bir kez bile…
Sanki binlerce, binlerce, binlerce tekrarlanmış gibi.
Bir resim yapmak isterdim.
Yapabilseydim eğer,
En üstten bulutlarla başlardım,
Yüreğin olurdu senin.
Yaseminler çizerdim bir kenara,
Beyaz tenin.
Fark ettiniz mi?
Kimse kırılmış olmamızı umursamıyor.
Ve ruhumuzun kırıkları derinleştikçe,
Kırılan her şey gibi, yaralayıcı hâle geliyor…
Tamirci çırağının yağlanmış acemi parmaklarını,
Yüzüne gözüne bulaştırması gibi,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!