Sokaklardayım.Henüz sabahın
Çok erken saatleri.Dükkanlar kapalı,Tek tük arabalar gidip geliyor.Birde soğuk havada bir kaç insan,ayak uyduruyor bu gidişlere.
Sokak köpekleri henüz çıkmamış piyasaya,
Biraz tombik, tatlı bir çocuktu Cano. Dalga geçerlerdi ‘’şişko’’ diye. Kızardı, Mahallenin küçük Cano’su. Öyle bir hırsı vardı ki onda sormayın o her şeyi yapardı.
Yine günlerden bir gün çocukluk hali, onlarla birlikte sağda solda oynuyorlardı. Bir inşaat gördüler çocuklar, koşarak gittiler oraya. Tabi Cano eksik kalır mı? O da takıldı peşlerine
Ortam tam istedikleriydi. Evin önüne bir kamyon kum yığmışlardı. Ne güzelde damdan kuma atlanır dedi, abisi. Onlar büyük, zayıf ve atikti. Kızdırdılar yine Cano’yu ‘Şişko’ diyerek. Güya Cano damdan kuma atlayamazdı.
Önce kızardı Cano, korkuyordu ama serde yiğitlik vardı. Bütün hırsını topladı Cano, siz atlayın da bir göreyim, ben de atlarım dedi, usulca. Önce Abisi çıktı dama. Hoppp diye, hemen kuma atladı. Sonra arkadaşları sıra sıra adeta uçtular, kumun üstüne. Kala kala yalnızca, Cano kalmıştı.
En çiçekli zamanın
Canparem,
Aç çiçeklerini.
Yeşillensin,
Meyveye dursun
Cıvıl cıvıl dalların.
ÇARESİZLİK
Bütün takatim kesilir,
Hissederim çaresizliği yüreğimde
Parçalarım pişmanlığın kelimelerini
Sözüm geçmez en aptal sözlerime.
Gençlerin ellerinde ki cep telefonuna yükledikleri değer artık bütün değerlerin önüne geçmiş durumda.
Elinden telefonu alınan bireyler,ne
yapacağını bilmeyen şaşkın ördeklere dönüyorlar.Bütün duygular artık cep telefonlarına kitlenmiş durumda.Artık gelecek
Ümidimiz olan gençler için bu gençlik erezyonu acilen önlenmeli.Gençliğin, bir ülkenin geleceği olduğu gerceğinin bu konuda
Hiç bilmediğim şeyler,
Çok bildiğimden çıktı.
Yol yorgundu,hayat kısa
Ne istemediysem,
Anadolu'nun en ücra bir köşesine öğretmen olarak atanmıştım. Okulumun bulunduğu köye günde iki kez taşıma aracı geliyordu ama taşıma saatleri, derslerime uymuyordu.
Köylüler sen bekârsın diye bana kiralık Ev'de vermemişlerdi.
Bu yüzden her gün beş kilometre
Yürüyerek merkez ilçeye giden ana yol kavşağına ulaşıyor ve ilçeye gidiyordum ama bu da beni çok yoruyordu.
Bir gün müdüre hanım bana okulun müdür yardımcısı odasında kalabileceğini söyledi.
Ağaç kovuğundan evi, Şırıl şırıl akan derenin hemen kenarındaydı. Bu ağacın kovuğunda Hamit, sessiz sakin yaşardı. Şehirlerden uzak durur, Gürültü patırtı istemez, bir nebze huzur bulmak için çırpınır dururdu. İnsanlardan köşe, bucak, fersah fersah kaçardı. Hamit bir kuş misali, yapayalnız yaşardı.
Deli derdi kimisi, kimisi çıplak diye ona lakap takardı. Hamit derdi” Biz babadan böyle gördük, nasıl doğduysak öyle ölürük. Diye lafları sallardı. Kimse sormazdı, neden Hamit böyle yapardı? Bilen olmazdı. Çünkü Herkes kendi keyfinde, keyfîlerine bakardı. Dereler şarkı söyler, bir ninni tuttururdu, Hamide dertlerini bu ses unuttururdu. Kışları küçük dere hiç durmadan akardı, bu dere hep coşardı adeta kudururdu.
Dağlardan kurtlar gelir kuşlarla yatardı. Çalı çırpı toplardı, yemeğini yapardı. Hamit sabaha kadar yıldızları sayardı, gündüzleri derelerde balıklarla oynardı. İçine sığınmıştı koskoca bir çınarın. Ana karnıydı kışın, Çınar yazın yaylaydı.
Taşların üzerinden seke seke geçerdi, Hamit yalnız yaşardı Dağılcakta kraldı.
Afacan mı afacan bir çocuğu imiş mahallenin, ele avuca sığmaz, hiç oturmaz, gittiği yerde hiç durmazmış cip Mehmet.
Cip de neci demeyin sakın, cip dediğim o dönemin en hızlı aracıymış. Mehmet’le alâkasını sorarsanız, Mehmet’in de cip gibi hızlı olmasıymış.
Ağaç başlarında yatar, her gün gözü, kafası sargılı gelir ama o hiç ağlamazmış. Bakmayın böyle göründüğüne cip Mehmet’in altın gibi bir kalbi varmış.
Berber yanına çırak vermişler onu ama cip Mehmet bu, orda durur mu?
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!