Sabahın tam beşinde gün doğmadan kalkarmış;
Soğuk, ayaz demeden motoruna atlarmış.
Tezgâhını karanlıkta “ya nasip” der açarmış;
İşte güne böyle başlar imiş simitçi.
Sıcacık simitleri tezgâhına dizerken,
Öyle doluyum ki kardeş, istersen dinle,
İstersen bana dertlisinden bir türkü söyle.
Avunmaya geldim sana sen bari anla,
Utanmasam çocuk gibi ağlarım şimdi.
Dermansız bir dertmiş gibi içimde sanki,
Geliyorlar, adım gibi biliyorum ben.
Kaçın, kaçın! Saklanın, kaybolun hemen.
Sakın dökülmeyin, sakın dilimden.
Çalarlarsa, yandım demek sizi içimden.
İki karış bir hücreye sokarlar sizi,
Göremesin sakın kimseyi gözün,
Ya çıkın dışarıya, ya beni çözün.
Sormayın, yok size diyecek sözüm;
Daha fazla burada kalmayacağım.
Almışsınız elinize bir avuç zehir,
Kalabalık bir sergide, kimsenin bakmadığı
Yapayalnız bir portreyim bu gün.
Soluk bir resimim, renklerim donuk;
Yıpranmışım, yıllar geçmiş üstümden.
Unutulmuş eşya gibi kıyı köşede,
Cep delik, hava soğuk, ceketim yırtık;
Konu komşu ekmek verir ölmesin diye.
Üç sokak ötesinden geçerim artık,
Perişan hâlimi görmesin diye.
Yüzüm asık, gerginim, kaşlarım çatık;
Gün gelir; canından kanından olan
El olur, gözden ırak olunca.
Umarsın medet bir telefondan,
Hasretle koşarsın her çalışında.
Yollar girer; yıllar girer araya,
Yolda görsem selam vermek istemem,
Kolay kolay kimseye kin beslemem,
Gözlerime gözün deysin istemem,
Nefret ile bakıyorsun birader.
İcki sende, kumar sende, kin sende,
Gözüme perdeler indi inecek,
Kederim, gözyaşım hepsi dinecek.
Yok mu tabutuma omuz verecek?
Hoşça kalın dostlar, vakit bu vakit.
Güz vakti de yakışır sanki vedaya,
Kalem çekilmiş gözlerinle vur beni,
Boyalı saçlarınla vur,
Edânla, işvenle savur,
Sıcak teninde kavur.
Yor beni, nazınla niyazınla,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!