Bana uzakta olmanın tarifini yapabilir misin sevgili
Su asılmaz yolların, yüksek dagların…
Seyduna yı sürgüne gönderen Sahrud bakışlarını çizebilir misin
bir sürü vilayet düşün; araya girmek için sırada bekleyen
o köşebaşı, ağzı bozuk asfaltlar,
bir yaz günü,
babamın elinden tutup
son bir kez daha,
parka gidermiyim acaba?
yorulmayı unutmuş balıkların,
pervasızca suda yüzmesi gibi,
ıslak akşamların,
sessiz gecelerin vurgunuyum...
ard arda kırılır yüreğim,
bedenim bükülür...
anneciğim gel kurtar beni
kolumda iki polis
bir çözüm arıyorum
bize ve yalnızlığa dair
kıstırılmış hayaller çağında
umut selleriyle ittifaklar kuruyorum
bir çözüm evet
mutlaka vardır elbet
dışarda yalın ayak bir insan
köylü, işçi, işsiz, kim olduğu belirsiz
bu ülkeden besbelli..
üstündeki mintan el yapımı kumaşla,
birazda yırtık, yamalı
büyük beden pantolonu; ipince belinde
aldırışsız kaldırımlarda umut biriktirmek ne zor şeydir. ne zor şeydir kire bulanmış ellerde hünerler sergilemek. sabahın ilk ışığıyla, gecenin karanlığına koşmak, gecede umarsız sevinçler kiralamak, bir çift kunduraya düşler sığdırmak ne zordur.
boya sandığının kutsallığında, çamurla kaplı caddelere inat doluşmuşlardı şehrin sokaklarına. üç beş kuruşla intikam alacakları açlığın zerresini bilirlerdi. ne kadardılar, kimdiler, nereden gelmiştiler ve daha bir yığın soru, boylarının kat be kat üzerindeydi. sınırlı olan bilinen şeylerin ötesine, hiç mi hiç gidilmiyordu. evden bekleyenler vardı çünkü, evden ellerine bakanlar...
bir boya fırçası pırıl pırıl ededursun kravatlı adamların kunduralarını, cepte biriken demir paraların gıcırtısı yoksul çocuk senfonisiydi beş para etmez hayatın. ve o beş para etmez hayatın tüm acımasızlığını anlamışlardı yaş merdivenlerini çıkmamışken daha.
fukara, yoksul, çaresiz
ve kayıp mahallelerde oturduk
yollarımız çamurlu
paçalarımız ıslak
ve genelde kirlenirdi,
yırtık paçalarımız...
"-demek göç ediyorsunuz sizde kızım? "
"-evet öğremenim"
"üzülmüyor musun peki?
"-hayır"
"-ama seni çok özleyeceğiz"
"-öğretmenim bizde bizi bırakıp giden öğretmenlerimizi çok özlüyorduk. sonra geçiyor. vallahi"
sancısı yüreğimin, ilk bakışları
kana kana duyulan hasret
güvercin uçuşları...
Diyarbakır,
gönlümün Amed'i
Düşündükçe vazgeçiyorum yaşamaktan. Düşündükçe çaresiz bir adam oluyorum. “düşünme” diyeceksin, ”düşününce bir şey değişmez. Hayatı akışına bırak…” olmuyor. Kafamı düşünmeye şartlamışım bir kere. Ağır ağır derinliklerine iniyorum konunun, sonra bir bakmışım ki uçsuz bucaksız bir boşluk. Köşe kapmaca oynarım kör kuyularla. “çıkarın beni, çıkarın yukarıya, boğuluyorum. Yine ölmek istemiyorum daha önceki düşünceler gibi…”
Bilmezsiniz belki, ben daha önce birkaç kez ölmüştüm. Kimisinde vurularak, kimisinde darağaçlarında. Ve öyle acılar çekmişim ki bir daha ölmeyi göze alamıyorum. Yoğrulmak gibi bir şey sanki; kekliklerin, serçelerin, güvercinlerin sesleriyle gömülmek. Sonra bir çocuk çığlığı olup, en baştan tanımak hayatı. Ve aynı zımbırtılar, aynı baştan savmalar…
Böyle olmasa, bu denli düşüncelerle savaşıp durmazdım. Yalnızca anneme uslu çocuk kalmazdım. Kimisinde korkusuz kalabileceğimi düşünüyordum kuyuların en derininde. Yeter ki kafamı kaldırdığımda görebileceğim bir gökyüzü olsun. Birde geceleri gülümseyen ay. Hani çocukken ay, dede olur ya, büyüyünce ise bir abi edasıyla bakar durur sarhoş yüreğime. Ay’a en çok abilik yakışır bence…
şair ile düşüncelerım şöyle yazdıgı şiirler hayatın içinde yasadıgımız olayları anlatıyor anlatım sekli ve şiirlerde okuyucuya duyguyu verebiliyo ulvi koçun şiirlerını okudunda siirlerde hayaller degilde gerçekler elen alınmış ve vurgunlanmıs yazdıgı şiirleri çok begendim ellerıne saglık umarım şii ...