kırılgan kağıtların üstüne yazılar yazmak
bir ülkeye özgürlük istemek gibi birşey
yaşamanın hürlere verildiği dünyada
köleler sırtlıyor kaldırımları...
deniz maviydi,
- I -
yıldızsız gece... bulutlar sessiz adımlarla teftişe çıkar bir şehri. umarsız sis... uzak sesler... birer birer sönen evlerin ışıkları... gün boyu çığlıklarla, bağrışlarla çalkalanan şehir yalnızlığa çekilir. bir kez daha kendisiyle hesaplaşır. şimdi durgun bir nehir gibi akıbetini beklemeye koyulur...
yıldızsız gece... turuncu sokak lambaları cirit atar kaldırımlar üzerinde. bu karanlık, bu kör olası zifirilik, her gün, hiç yorulmadan nasılda gelir öyle, nasılda örter koskoca bir kenti...
ürkek adımlarla,
işkenceye yürüyen bir halk
koynunda acılarıyla
zafer ıslıkları çalar...
oysa kimi umutlar;
Nerdesin? Karanlığımızın aydınlık şiiri, umut türkümüz, nerdesin? Yürüyoruz insanların olmadığı şu ücra sokaklarda, yanımızda yok kimseler. Dilimizde adının harfleri… düşüncemizin yolları, senin verdiğin adreslere varar. Seslendiğimiz kaldırımlar şimdi kapı komşun ama haberin yok senin. Bağrıyoruz durmadan, sözler tutuşturuyoruz; nerdesin?
Her okuduğumuz kitapta, sana yaklaştığımıza dair öyküler ezberliyoruz. Birden hızlanıyor kalp atışlarımız, seviniyoruz durup dururken. Çıkıştığımız insanlarla barışıyoruz. Özür dilemesini öğreniyoruz hiç utanmadan.
Pencereden dışarı baktığımızda, ip atlıyor mahallenin küçük kızları. Ne kadar da mutlular. Çünkü onlar seni beklemiyor. Tek ümitleri ipin üzerinden takılmadan atlamak. Ama biz sevinçlerimizi hapsetmiş ve acılarımızı başımızın üstüne koyarak, bıkmak tükenmek bilmeden bekliyoruz seni; nerdesin?
habersiz düşlerle,
uyurum gecelerin birinde
soğuk havaya,
sıcak gülüşlerle selama durarım
'hey' dersin
'hey küçük, kalkmalısın
tarih, bizden evvel bir bunaktı;
tutarsız hikayelerle
sorgudan yoksun bırakılmış,
onurlu savaşçılar dile getirilmemiştir...
tarih, ruh hastası bir bilimdir
fırtınayla ocağımıza düşen gece,
çığ olur düşer serserice
tanrıtanımaz bir karanlık
insan sesleri, uğultu
haykırır alfabesiz, yitik bir hece...
Uyurdu herkes o saatler, bazen bende uyurdum karanlığa karşı. Geceydi; yıldızları karşılayan, güneşi uğurlayan. Tüm suçları örtbas eden bir şehirdi gece. Çoğu insan o saatlerde uyurdu, bazen bende uyurdum o saatler; uyuyamadıklarımdan arda kalan zamanlarda…
Nöbetçi eczaneler vardır. Saatleri hiçe sayarlar, çoğumuz biliriz. Eczaneler, taksi durakları, marketler… kimi yerlerde var ki sabah merhaba demek için geceleri mesken tutarlar. Gazete matbaaları, haller, fırıncılar…
“Bize basit gelir sıcak yatağımızdan. Yaşamın döngüsüyle geçiştiririz tüm bu olanları…”
bir gün gelir karşılaşırız
eski bir köy sofrasında
tiymiş çocukluk öykülerindeki gibi; riyasız
tandır ekmeğini bölüşürüz hiç aldırış etmeden...
bir gün gelir
sarılırız ırmak boyu
iklimi ağır bir şehirden yazmak ne zor şey yaşamayı.
ama biliyoruz ki şartlarına isyan ettiğimiz bu şehir çocukluğumuzun tek şahidi. yağmura hasret kaldığımız ve beklemeye dayanamadığımız mevsimler şimdi acının meçhul yüzü.
yokluklar, dilekler, özlemler...
çok şey kaybettirdi ömrümüz, çok şey.
tanığımız; sayfalar, şiirler...
ayrılıklar gibi bir sürü sızlayan anımız var hayata ve dünyaya dair.
şair ile düşüncelerım şöyle yazdıgı şiirler hayatın içinde yasadıgımız olayları anlatıyor anlatım sekli ve şiirlerde okuyucuya duyguyu verebiliyo ulvi koçun şiirlerını okudunda siirlerde hayaller degilde gerçekler elen alınmış ve vurgunlanmıs yazdıgı şiirleri çok begendim ellerıne saglık umarım şii ...