Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı
Ama atıldı yine de serüvenlere
Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya
Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı.
Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı
- ki onlar daima birer yalnızdılar
Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup
Gitmişti o kentten anımsamıyor artık
Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala
Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği
Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine
Korkular geçiren o kız nerededir şimdi
Sensiz olursam yaşayamam diyen
O mağru ...
Zamanın kıyısı bu akşam;
akıp gidiyor içime...
Her kelime birer kurşun,birer cani
Bedenim soğumuş ölülere inat
Ve duraksız ayrılığı hissederim
ay ışıltısında bir gece
dört nala dolu dizgin
atlılar belirir öylece
aç pencereni
pencereni aç sevgili
rüzgarla gelir atlılar
bana kızıp duruyorsun;
- 'biraz milliyetçi ol' diye
canım benim, sevdiğim, herşeyim
yüreğim...
bilmezmisin;
ben aşkının milliyetçisiyim...
Gecenin soğuk vaktinde, yıldızlar saklanıyordu. Ay’ın önünden geçen karmaşık dumanlar, sessizliğin gri rengiydi. Düşler kentinin uyku dolu saatlerinde zaman; şarkılarla geçip giden bir bilgeydi…
Dengbej’in Rivayet Ettiği:
-1-
O geceyi nasıl anlatmalıyım, nerden başlamalıyım bilmiyorum aziz dinleyiciler. Her şeyin hep bizden yana ve güzel geçeceğini sanıyorduk. Çünkü Düşler Kenti, umut şiirleriyle dolup taşan dizelerin şehriydi. Yeryüzü çocuklarının biricik yuvası, tüm canlıların gülüşleriydi. Yalnızca masalların anlattığı; Deli kız ile Büyük Serüvencinin ölümsüz sevdalarının, dilden dile düşen renkleriydi. Sizde bilirsiniz ki, kötüye dair hiçbir şey bulunmazdı Düşler Kentinde. Ve iyiler dışında kimse giremezdi şehrimize. Ulaşılmaz ülkelerin çok uzağındaydık. Kaf Dağına komşu, Anka Kuşlarının bekçilik yaptığı bir şehirdik…
Yorgunum Don Kişot, yorgunum
Serüvenlerinden daha yorgun
Çıplak ayaklı çocuklar
Feryat içinde analar gibi…
Yorgunum Don Kişot yorgunum
Aklın varsa kaç,
Don Kişot!
Şovalyeliğin sökmez bize
Ne halk kahramanı olabilirsin sen
Ne cesur bir yürek...
çelimsiz atın,
eğer bir gün,
düşülürse hayatın basamaklarından;
bilinsin,
bir son değil bu gidiş...
yeni mücadeleler başlayacak,
gülüşün sobada köz
duvarda resim
aynada cisim...
hasretin uzak yolar
karlı dağlar
Okuldan çıkalı epey olmuştu. Ödevlerini akşam yapmaya karar vermişken, evde durmak canını sıktı. Sünnet olduğu zaman, babasının aldığı kırmızı beyaz formayı giyip dışarı çıkmak istedi. Hayatında sahip olduğu en güzel şeydi o forma. Ne zaman üstüne giyse, bir başka dünyanın hiç görülmemiş oyun parklarına gidip gelirdi sanki. Birkaç beden büyük mavi kazağını çıkarıp giydi formasını. Bir futbol topu yoktu, fakat oynayan birilerini bulurum umudu vardı içinde. Sadece umut mu, tek göz oda evlerinin içine milyonlar dolusu hayal sığdırmıştı. Babasının işsiz olması onun hayallerinin sınırlarına engel olmadı hiç. Ama bazen hayatı irdelemeye çalıştığında, aklına takılan soru işaretleri sayılmaz oluyordu. Çünkü çevresinde temiz elbiseli, futbol topu olan bir sürü çocuk vardı. Neden kendisinin de bir futbol topunun olmadığına anlam veremiyordu. Hiçbir düşüncesine bir cevap veremiyordu. Ama her şey öylesine zor ve acımasızdı ki. Bir şeyler haykırmak istiyordu hep. Babasının iş bulmak için kendisini heder ettiğine, üç kuruş için çektiklerine, ezilmişliklerine ve daha nicelerine… Oysa farksızdı diğer çocuklardan… Fakat karmaşalar çözümsüzdü. Ve günleri hayatın ayrıntılarını kamçılamakla geçiyordu…
Formasının neşesiyle hızla dışarı çıktı. Birkaç saat oyalandı öylece, çünkü dışarıda top oynayan kimse yoktu. “Ah” dedi kendi kendine, “ bir topum olsaydı hiçte umrumda olmazdı, dışarıda top oynayan kimse varmı diye, alırdım topumu oynardım kendi başıma”. Hep uğraştığı kurmacalarla yine karşılaşma korkusuyla içinden geçenleri bir kenara koydu düşüncesinden. Dışarısı daha da sıkınç olmuştu. Eve dönmeye karar verdi. Bulunduğu sokaktan eve giden yola doğru köşeyi dönmüşken birkaç genç kız ve erkeğin futbol oynadığını gördü. Önce sevindi, sonra şaşırdı ansızın. Kızlar bile futbol oynuyordu. Bir ışık yandı birden bilincinin zirvesinden, sevindi belli belirsiz. Onlara bende oynayabilir miyim diyecekti. Koşarak top oynayanların yanına gitti. Oysa daha bende oynayabilir miyim demeden;
“-hey küçük çekil ordan, görüyorsun ki maç yapıyoruz, şimdi top değecek bir şey olucak.” dedi top oynayanlardan genç bir kız…
“-bende oynayabilir miyim abla? ”
“-hayır, oynayamazsın maalesef, çünkü her iki takımda da yeterli oynayan var”
Hızlı adımlarla yürüyordum. Paçalarımın çamurlarına aldırmaksızın yetişmiştim dolmuşa. Ferman dinlemeyen kar yağışı, tipi her yeri istila etmişti. Kaçışan insanlar, birbirine kar topu atanlar, titreyenlerle birlikte sadece soğuğun türküsü söyleniyordu dışarıda. En çok dolmuşçulara yaramıştı karakış. Bu dondurucu soğukta, değil yürümek beklemek bile çok zordu…
Elimde kitaplarım, hızlı adımlarım, çamurlu paçalarımla son anda yetiştim dolmuşa. Öylesine kalabalıktı ki, kapı bile kapanmıyordu. “-Biraz daha arkaya yürüyelim” diyordu şoför; rahat koltuğuna yayılırken. Hareket etti dolmuş. Kitaplarımı düşürmemeye çalışırken, kemiklerimin çatırdadığını duyumsuyordum sanki. Biliyorum ayaktaki kalabalığın hepside itişe kakışa ayakta durma mücadelesi veriyordu. Dolmuşun içerisinde ağır nefes kokusu, öksürük sesleri,itişmeler, hepside içten içe küfür habercisiydi. Kıpırdayamıyordum yerimden. Binbir özenle sildiğim botlarım şimdi ne durumda diye düşündüm birden. Nefes almayı bile kısıtlamıştı bu amansız kalabalık. İnsanların yüzünde ki ter damlacıklarını, kendi yüzümden tahmin edebiliyordum…
Birden onu gördüm. Annesinin kucağındaydı. Pembe montu, mavi beresi, beresinin üstünde pembe kapşonu, mor emziği… Aydınlık bir yüzü vardı. Minicik elleri. “-Hey bebek! Küçük bebek, ne kadar da şirinsin öyle” diye bir ses duydum içimin köhne yerinden. Bir türkünün berraklığı gibi tertemizdi yüzü; tertemiz…
Birden onu gördüm. Uyuyordu. Onca kalabalığa, nefes kokusuna, kara kışa, fırtınaya aldırmaksızın uyuyordu. Dudaklarında hafifçe gülümseme sezinledim. Gülüyordu küçük bebek. Kimbilir nasıl bir düş görüyordu. Tutamadım kendimi, tutamadım. Koştum bebeğin düşlerine. Koştum birden bire. Soluk almadım giderken; giderken dere tepe…
şair ile düşüncelerım şöyle yazdıgı şiirler hayatın içinde yasadıgımız olayları anlatıyor anlatım sekli ve şiirlerde okuyucuya duyguyu verebiliyo ulvi koçun şiirlerını okudunda siirlerde hayaller degilde gerçekler elen alınmış ve vurgunlanmıs yazdıgı şiirleri çok begendim ellerıne saglık umarım şii ...