Şükrullah Yavuzer Şiirleri - Şair Şükrul ...

Şükrullah Yavuzer


Doğup büyüdüğüm ilçem, bir dağın eteğine kurulmuştu. Küçük, şirin bir ilçeydi. İsmini eteğine kurulduğu dağın üstünde kalıntısı kalan tek kale ve kardeşi olan diğer dört kalenin birleşiminden almıştı. Yani Beşkale. Zamanla bu beş kaleden dördü yıkılmış, bir tanesi ayakta kalmıştı. Beşkale ismi Başkale’ye dönüşmüştü. Başkale tam İran sınırındaydı. Çocukluğumda ziyaret ettiğim bazı köylerimiz ile İran köyleri arasında sadece bir tel örgü vardı. İran köylerinde öten horozların sesi ile uyandığımız da oluyordu bazen. Sınırdaki komşularımızla hısımlık bağları da oluşmuştu. Birçok evde İranlı gelinler vardı.
Başkale serin havası, soğuk sularıyla ülkemizin en yüksek yerleşim birimiydi. Bu yüzden burada kendimi hep Türkiye’nin çatısında oturuyor gibi hissederdim. Bu durum nedense çok hoşuma giderdi. Bir gün öğretmenimiz derste “Başkale, Türkiye’nin en yüksek yerleşim birimidir” dediğinde farklı bir gurur yaşamıştım sebepsiz.
Doğduğum ev, dağın eteğindeki mahalledeydi. Kale Mahallesi... Bu mahalle yüksek bir alana kurulmuştu. Bu yüzden tüm ilçeye hâkim bir konumdaydı. Evimiz İki katlı tipik bir Van Eviydi. Evimizin ahşaptan büyük bir kapısı, kapısında da iki demir tokmak vardı. Biri küçük biri büyüktü. Büyük tokmak kaba tok bir ses , Küçüğü ise daha kibar bir ses çıkarırdı. Büyüğü ile kapı çalınınca kapıyı çalanın bir erkek, küçüğü ile kapı çalınınca kapıyı çalanın bir bayan olduğu anlaşılırdı. Dış kapının hemen üstünde dışarıya doğru çıkık ahşap bir cumba vardı ki zamanımın büyük bir kısmı burada geçerdi. Bu cumbanın ahşap tabanına annem bir hasır sermişti. Burada oyun oynarken hasırın altındaki tahtada bir göz büyüklüğünde bir delik keşfetmiştim. Evin giriş kapısı tam da bu deliğe denk geliyordu. Kapıyı çalanlar cumbanın alt kısmında durdukları için pencereden görünmezlerdi, bu delikten baktığımda kapıdakileri net görebiliyordum. Ahşap kapı büyük bir salona açılıyor, salonun sağında ve solunda iki büyük oda vardı. Odalarda büyük ve küçük şömineler vardı. Büyük şömineler ısınma, küçük şömineler ise yemek pişirme amacıyla kullanılıyordu. Halk arasında bu şöminelere bıxeri denilirdi. Burada pişen yemeklerin güzel kokusu mahalleyi sarardı. Odaların duvarında üzerlik dediğimiz yöresel süsler bulunurdu. Üzerlik; kırlarda toplanan nohut büyüklüğünde bir bitkinin tesbih taneleri gibi ipe dizilmesi ve aralarına renkli kumaşların yerleştirilmesi ile yapılan ve uçurtmaya benzeyen el yapımı bir süs eşyasıydı. Bu süsün, evleri nazardan ve hastalıklardan koruduğuna inanılırdı. Salonun sonunda ikinci kata çıkan ahşap bir merdiven ve arkasında mutfak, kiler, banyo ve tuvalete açılan bir kapı vardı. Alt kattaki odalar genelde misafirler için kullanılırdı. Üst kattaki odalar ise aile bireylerince kullanılıyordu. Ön giriş kapısının önünde yaklaşık bir buçuk metre yüksekliğinde taştan yapılmış üst kısmı beton ile sıvanmış bir balkon vardı. Bu balkondan Başkale’nin tamamını görebiliyordum. Van’dan gelen ve keskin bir virajdan sonra dümdüz olarak Yüksekova’ya doğru giden, etrafı buğday tarlaları ile kaplı olan yolu da görüyor bu yoldan belirli saatlerde geçen şehirlerarası otobüsleri izliyordum. Kendimi o otobüslerin içinde hayal eder, şehir şehir dolaşırdım.
Evimizin önünde bir bahçe, bahçenin bir köşesinde tandır evi, bir köşesinde de kümes vardı. Bahçe duvarının çevresinde sıra sıra dizilen kavak ağaçları ile zerdali ağaçları vardı. Başkale’ye bahar geç gelirdi hep, kış da erken. Baharda zerdali ağaçlarını görmeliydiniz. Gelinler gibi süslenirlerdi. Rengarenk açan çiçekleriyle gelinler gibi sallanırlardı rüzgârda. Ve sonrasında mahalle çocuklarına inanılmaz bir ziyafet sunarlardı ki anlatamam.
Bahçe duvarının biraz aşağısında doğal bir kaynak suyu vardı. Etrafı eşelenmiş küçük bir gölet haline getirilmiş, suyun çıkış kısmına iki adet demir boru takılmıştı. Tüm mahalle bu sudan doya doya içer, kadınlar en koyu muhabbetlerini bu doğal kaynak suyunun başında gerçekleştirirlerdi. Aynı zamanda mahallenin haber bülteni gibiydi bu kaynak. Kadınlar, İlçede Olan biten her şeyi bu suyun başında öğrenebiliyorlardı.

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer

Bir hamaldım
Dünyayı taşıdım durdum sırtımda
Yüreğimdeki ağırlığın kadar
Yormadı beni...

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer

Günler geçti
Aylar geçti
Yıllar geçti
Bir geçmeyen
Hasretindi yüreğime çivilenen...

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer

Bu gün bir farklılık yap
Herkesten beklediğin ilgiyi
Kendin göster kendine
İltifat et, pohpohla
Kendi elini sımsıkı tut
Kendi sırtını sıvazla

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer

Uçma havalara o kadar
Uyma sen kuşlara
Onların kanatları var...

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer



Sen;
Sımsıkı tuttunduğum
Avuçlarımı kanatan
Paslı dikenli bir teldin

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer

Gecenin gözlerine bile
Uyku ağır gelir,
Bir güvercin kanadından vurulur.
Hıra dağında doğan güneş,
Aydınlatır çağlar ötesini.
Furkan tüm zamanlara,

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer



Nawé destgirtiya mın Asmine
Porroje çaw şine
Gerden xal u nişane
Ser panibılinda dımeşine

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer

Hayatı çok ciddiye almayın.
Yüreğinizi yoranları çıkarıp atın hayatınızdan.
Çok kısa olan hayatı, gereksiz insanlarla geçirmeyin.
Insan olma ruhunun ışığını söndürenlerden uzak durun ki ışıksız kalmayın.
En güzel kıyafetlerinizi giyinin.
En güzel yerlerde bulunun.

Devamını Oku
Şükrullah Yavuzer

Gelsen çok uzaklardan
Sarılsan
Kolların dolansa boynuma
Nefessiz kalsam
Nefesim de sen olsan
Gözlerim gözlerine odaklansa

Devamını Oku