Farkında mısın?
Bir çekimlik nefesle
Böğrün doluyor
Oh! diyor soluyorsun
Alışı nimet
TÜTÜN İLE SOHBET
«Bakıyorum yüz vermiyorsun. Selâm sabah yok mu?»
«Beni sevmiyorsun, bari rahat bırak! İşim çok!»
***Babamı Anlatıyorum***
Ege’nin şirin, verimli bir kasabasıdır Germencik. Aydın ilinine bağlıdır. Bir zamanlar doğanın koynunda yaşatır fakirini, kimseye el-avuç açtırmazdı insanını. Şimdi mi? Onu da bilenlere sormalı…
Yarım asır öncesinde bu kasabanın kenar mahellelerinden birinde bir ev vardı, bahçesi cennetin habercisi gibiydi. Rengârenk çiçeklerine seferdeydi arılar, kokularına kanat çırpardı kelebekler. Sonbaharın ilk demlerinde, ayvalar sarı sarı sallanır, narlar al yanaklı köy gelini gibi süzülürlerdi. Çekirdeksiz üzümler yarışırdı güzellikleriyle salkım salkım. Biber, patlıcan, domates son ürünlerini vermede direnirlerdi kış korkusuyla. Güz çiçekleri olanca hızlarıyla renk renk açarlar, mevsimin tadını çıkarmaya çalışırlardı sanki. Sarı, beyaz, bordo kasımpatlarını hiç unutamam, yaban ellerde gördüklerime benzemez onların kokuları…
Bilmeden getirildim,
İstemeden götüreleceğim;
Doymadan,anlamadan,
Gönlümce yaşamadan mı dersin? ! .
Saysan sayılmaz,
TÜTÜN TARLASI
Nazilli basmasından allı güllü şalvarı, üzerindeki uzun kollu bluzu ve başına bağladığı oyalı yemenisi ile köylü kızından farkı yoktu. Henüz on iki yaşını doldurmamış, ortaokul 2. sınıfa geçmişti. Yaz tatilinde tütün tarlasına göçtüler. Tütün işini iyi biliyordu. Çocukluğundan beri ailece bu işte çalışmışlardı.
Kolay değildi tütün tarlasında çalışmak. Sabahın seherinde ve akşamın serinliğinde tütünler kırılır, keletirlere doldurulur, gün boyunca uzun tütün iğnelerine dizilir, kargılara sağılır, kurumaları için tel askıların olduğu kırmandalıya asılırdı. Tütünlerin dizimi ve kargıların asımı erken bitirilsin diye can atardı herkes. Sabah, öğlen ve akşam yemekleri dışında hep çalışırlardı. Dinlenmek için fırsatları kollardı her biri. Sözün kısası; gün doğumundan gün batımına çalışılırdı ailece.
Otlardan yapılmış tek odalı bir çardaktı evleri. Yatmak, tütün dizmek ve yaşam adına ne varsa bu odacıkta yapılırdı. Kapısız, penceresiz bir tarla evi işte! Geceleri, yatmadan önce bir örtü ile açık yerler kapatılırdı. Çardağın dışında uygun bir yerde annesinin topraktan yaptığı bir ocak vardı. Tam ortasında da üç ayaklı sacayağı. Üzerinde yemek pişirilen toprak tencerenin ya da börek pişirilen saçların konduğu demirden yapılmış bir alet. Annesinden yemek pişirmeyi, ocak yakmasını çoktan öğrenmişti. Çünkü annesi ona sık sık; «Yaptığın banaysa, öğrendiğin kendine yavrum.» derdi.
Babası seyyar satıcıydı. Önceleri kavrulmuş yer fıstığı satıyordu. Onun tek işi, eve ekmek parası getirmekti. Aniden küçük kız kardeşi ağır hastalandı. Anne ile babası Kuşadası’na doktora götürdüler kardeşini. Uzun zaman gelemeyeceklerdi. Nasıl olsa ağabeyi yetişkindi. İki kardeş tarlada kalabilirlerdi. Anacığı; kara kaşlı, üzüm gözlü, çalışkan kızını gözü arkada olmadan bırakıp gitmişti. Mecburdu. Başka da çaresi yoktu ki! Oğlunun geceleri çardağa gelmediğini bilemezdi. Oysa delikanlı, yakışıklı oğlu, geceleri sevgili peşinde dolanırdı. Babası ise haftada bir iki kez uğrar, bolca yiyecek getirirdi. İçme suyunu da bahçelerdeki kuyulardan doldurup getiriyordu ağabeyi. İki adet su testileri vardı.
Geceler geçmek bilmiyordu. Karanlık basar basmaz korkuları da depreşiyordu küçük kızın. Yapayalnız olmak ne kadar da zordu! Çaresizdi ama. Yorganı başının üstüne çekiyor, altında iki büklüm kıvrılıyordu. Bildiği duaları okuyarak, sabahın olmasını bekliyordu. Biliyordu, seherde yine güneş doğacaktı.
Bizim gız, hop oturup hop galkıyo. Gendi gendine gâh aleyo, gâh gonuşuyo, gâh okuyup yazıyo; işi(ğ) n içinden çıkameyince de benceze anletiveriyo...
Ben ne edem, benim bi başım, tek aşım va, elim golum da gısacık. Boyum bosum da. Beni kim dinle, kim adam yerine goya ki? ! . Anlattı(ğ) ı her bişeyi anletivecem gine de:
Onur Öğmen Beğ, Ağrı’ya gitmiş, olada halka gonuşmuş. ' Biz bu topraklada yaşanan ızdırabı, yaşanan açlığı biliriz. Eskiden trenlenen gideken Kars'a çocukla, istasyonlada 'ekmek! ekmek! ' deye bağırıladı. Anadolu'nun başka yelende ise 'gazete! ' diye bağırıla. Aradan gırk(40) yıl geçti ve hala bi şe(y) le değişmemiş' deyivemiş.
Gençlik yıllarımda annemi, etrafımdaki ev hanımlarını örnek aldım. Eşimin ve çevremdekilerin sevdiklerini pişirmeyi öğrendim. Yıllar birbirini kovaladı ve ben çeşit çeşit börekler, pastalar, sebze yemekleri ile donattım sofraları. Kısmeti olanlar bol bol, afiyetle yediler. Kimileri teşekkür etti, kimileri –eline sağlık- bile demediler. Bense yedirdikçe mutlu oldum. Hem yedim hem yedirdim…
Her geçen yıl bedenimde ağrılar artmaya başladı. Gençlik yılllarımda arka arkaya geçirdiğim ağır ameliyatlara bağlıyordum sancılarımı, ağrılarımı. Almanya’ya beş öğretim yıllığına öğretmen olarak görevli gelen abilerimizden birine tercümanlık için doktora gittiğimde ilk defa sağlık ile ilgili önemli bilgilere ulaşmış oldum. O güne kadar hep geleneksel bilgilerimle yemek pişiriyor, evin işlerini bitirmeye, çocuklarımın okul eğitimini desteklemeye ve okul çalışmalarımı iyi bir şekilde yapmaya özen gösteriyordum. O gün anladım ki, mutfağımda birçok zararlı ürünleri bulunduruyormuşum. Margarin, donmuş yağlar, mısır yağı, çokça yağlı peynir çeşitleri… Hazır yoğurtlar, içinde tatlandırıcı olan hazır yiyecekler. Çikolatalar, şekerler… Daha neler neler… En önemlisi beyaz un! Beyaz ekmek ve pideler… Beyaz un ile yaptığım saç börekleri, kıvrım veya su börekleri, kızartmalar… Şu an aklıma gelmeyenler de cabası…
O yıl içinde sağlık üzerine yazılmış kitaplara yoğunlaştım. Dr. Mehmet Öz’ün desteklediği “Yemek İçin Değil, Yaşamak İçin Ye ” adlı eseri okudukça kendime geldim. Arkasından bilgisayar sayesinde YouTube’da yayınlanan sağlık üzerine olan videoları, çekimleri izledim. Gazete, derg vb. yayınları takip ettim. Gözlerim hep sağlık ile ilgili eserleri arıyordu. Okudukça, izledikçe bedenime ve zihnime verdiğim zehirlerin farkına varıyor, onları terketmek için elimden geleni yapmak için didiniyordum. Bazen uygulayabiliyor, bazen de yenilgiye uğruyordum.
·
Hiç sandığım gibi değil gökyüzü
Bıraktığım canlar yok şimdi çarşıda, sokakta
Sahilde martılar deli rüzgâr hızında
Saat Ondan Sonra
SAAT ONDAN SONRA
Benim geldiğim yerlerde telefon, kapı zili, televizyon yoktu. Bir tek Philips marka radyomuz vardı. Bahçe kapısına da kilit vurulmazdı. Bahçemizdeki alın teri ile ekip büyüttüğümüz sebze meyve ise pazarlarda satılmazdı. Konu komşu müşterek paylaşırdık. Aynı sokakta yaşayan aileler birbirini kollardı. Kimin nesi eksik konuşulurdu. Yardıma muhtaç olanlara hissettirmeden yardım edilirdi. Kısacası „komşusu aç iken tok yatan komşu“ olmazdı. Birbirini kontrol eden bir yardımlaşma sistemi işlerdi. Söz kanundu.
SEHERDE KUŞLAR
Pencereyi açtım; alaca karanlık
Saate baktım; yaklaşıyor aydınlık
Gündüzü gözlüyor bencileyin
Doğada garip yalnızlık
Hep örnek oldu,hep yol gösterdi,Yazdıklarında ruhani bir gönlün etkisini farkettik,kendisi saf duyguların rehberi olur nitelikte bir şahsiyete sahiptir,şahsım adına Şairle tanıştığım için büyük bir onur ve şeref duydum,kendisi ile aynı ortamda bulunmak dahi benim için apayrı bir zevk ve şanstır,Usta ...
Bazı şeyler vardır, anlatılmaz:Ancak yaşanarak bilinir. Vatan hasreti yaşamadım, bazı hasretler oldu içimde hep, ama vatan hasreti, doğup büyüdüğüm, sevdalarımı, özlemlerimi, dost ve arkadaşlarımı bıraktığım bir yerler olmadı:bunun nasıl bir şey olduğunu ancak tahmin edebiliyorum. Ve tahminime göre ...